


Ve Sevillada ikinci günümüz erken başladı. Kemal Amcanın verdiği kahvaltıyı da bir şeye benzetemedikten sonra (aslında genel bir kanıya vardık, İspanyol kahvaltısı bir şeye benzemiyor, o kadar zeytinlikleri var uçsuz bucaksız, bir tane masaya koymuyorlar o güzelim zeytinlerden) başladık Sevilla'nın tarihi mekanlarında gezinmeye.. Santa Cruz adındaki bu eski mahalleye gelmeden önce nehir kıyısında hafif hafif yürürken (hava çok sıcaktı biraz da ondan yavaştık, ya yazın gitseydik.. nasıl dayanacaktık o sıcağa?) hemen solumuzda boğa güreşi alanı Plaza de Toros Maestranza http://www.plazadetorosdelamaestranza.com/çıktı. Sezonu 1 hafta arayla kaçırmıştık, hoş sezonda gitsek bile o vahşiliği ne kadar izlemek isteyecektik ya da bilet bulabilecek miydik onu bilmiyorum. Ekim ayının ilk haftasına kadar devam eden sezondaki mağdur boğaların arenaya çıkmadan önce sırt kaslarının uyuşturulduğunu öğrenmek bir nebze içimizi ferahlattı. Bu boğa güreşinin alanının içinde bir de müze var gezmek isteyenler için. Sezon kapalı olduğu zaman da belli bir miktar karşılığı seanslar halinde turistlere arena gezdiriliyor. Biz de diğer uyanık çiftin, görevlinin bir anlık boşluğu yakalamaları üzerine içeri dalmalarını fırsat bilip arkalarından girdik. Arenayı şöyle bir gördük ki görevli biz uyanıkları fark edip dışarı çıkardı.. amadeklanşör bile basamamıştık:))Neyse çıktık dışar..ı at arabalarının zavallı atlarının oraya buraya attığı dışkılarının sıcakla birleşip süzülen kokuları habire burnumuzu kaşındırsa da durmak zamanı değil. Karşıda hemen nehir kenarındaki gözetleme kalesinin (Tora Ora) kapanış saatini 10 dakika farkla kaçırınca.. biz de eski kente doğru yürümeye başladık. İlk önce Yahudi Mahallesinin şirin sokaklarında yürüdük, hiç aklımıza kocaman göz kamaştırıcı yapıların çıkacağı gelmemişti. Sokak bitince bir tarafta kocaman görkemli katedral, diğer tarafta sarayla karşılaşınca hangisine gireceğimizi bilemedik. Alcazar Sarayına girdik ilk önce, eskiden Arap sarayı olan ve her yerde "Arabic Spainish" reklamıyla turistlere göz kırpan bu sarayın her odasına girdikçe kapıları, çinileri, kocaman halıları bizi mest etti. Ama durun asıl bu saray uçsuz bucaksız, yürü yürü bitmeyen, yüzlerce bahçıvanı tatmin edebilecek bahçeleri ile meşhur. Alcazar Bahçeleri... gerçekten her bir köşesi çok güzel olan bu bahçeler ayaklarımıza kara sular indirmeye yetti.
Saraydan çıkıyoruz , hemen karşıda Avrupa'nın en büyük katedrali unvanına sahip camiden bozma kilise var. Hatırı sayılır bir sıra bekledikten sonra katedraldeyiz. Gerçekten içeride Hristiyan temalı, bu adamların hiç işi gücü yok muymuş, bu kadar ayrıntıyla nasıl uğraşmışlar dedirten heykellere, sütunlara ağzımız açık bakıyoruz. Zamanında Cami iken minare olarak kullanılan sonra çan kulesine dönüştürülmüş kuleden yukarı çıkmaya başlıyoruz. Çan kulesi olunca uzatılmış bu yapı. Dikkat bu sıcakta 32 kat yürümeye mecaliniz yoksa çıkmayın çünkü yukarıda sizi bekleyen; titreyen bacaklar, nefes nefese bir kalbin ötesinde.. çanlar ve yukarıdan kule bakışı Sevilla:) Şahsen ben aç karnımın da çan sesleri yüzünden kendime az küfretmedim değil yukarı çıkarken:)) Rivayete göre burası cami iken, minareni tepesine (ki yaklaşık 8 kat daha az) Araplar at ile çıkıyorlarmış:)) Yemek zamanı..sonra yolculuk Plaza de Espana'ya.
Yemeğimizi yedik, hava sıcak ama akşama olacak buz gibi (galiba hafif çöl etkisi var burada) iyice ağırlık çökmeden yolumuza devam edelim, Plaza de Espana'yı gezelim istedik. Plaza de Espana (İspanyol Meydanı) 1914 yılında yapılmaya başlanmış,1928 yılında tamamlanmış, İspanyolları gururlandıran kocaman yarım daire şeklindeki bir yapıdır. Görsel olarak gerçekten tatminkar olan bu yapı, yine çinilerle süslenmiş, Arap Kültürünün az da olsa etkisini hissettiriyor. Sanırım önündeki kano gezilerinin düzenlendiği havuz yeni yapılmış, çünkü her yerde havuzun yapılışını gösteren fotoğraflar bulunmakta. Biz de oralarda gezindikten sonra yorgunluğumuzu hemen meydanın yanındaki çok güzel bir park olan Maria Luisa Parkı (Parque de Maria Luisa)nda uyuyarak giderdik. Sonra nehir kıyısında lüks sayılabilecek (fiyatları da gayet uygun) Abades tesislerinde kahve eşliğinde güneşi batırıp yine Kemal Amcanın sıcacık kollarına doğru adımlarımızı hızlandırdık. Sevilla'da köprülerin üzerinde milyonlarca kilit var, sanırım bu da çaput bağlamak gibi bir şey, bu da çok dikkat çekiciydi.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder