20 Mart 2012 Salı

Başka bir masal kenti Maastricht














Çoğumuzun aklına Maastricht denilince Avrupa Birliğinin ekonomik kriterleri gelir,, benimse aklıma şirin mi şirin bir Hollanda kenti. Aslında kendisi hem Belçika hem de Almanya sınırında olduğu için ve daha çok yöresel özellikleri açısından Belkiça’ya daha yakın olduğu için Hollandalılar burada yaşayanları Belçikalı Hollandalılar diye nitelendirirmiş.

Benim de 1 yıl içerinde sadece ve sadece 1 kere gidebildiğim için üzüldüğüm şehirlerden biridir Maastricht. Halbuki Brugge’a yaklaşık 4-5 kere gitmiştim. Ama aklım Maastricht’de kaldı. Canım kardeşim ve canımın içi Semra gelince ilk onları biri gelse de altını üstünü getirsek diye beklediğim bu küçük şehire götürdüm. Aslında koşa koşa Amsterdam’a gelenlerin çoğunun es geç geçtiği bir şehir çünkü oldukça güneyde kalıyor.Amsterdam’dan direkt Maastricht trenine binip güzel bir uykuya dalıp, 2-2 buçuk saaat sonra trenden uykunuzu almış olarak inebilirsiniz. Tilburg’tan yaklaşık 1 saat sürünce uykumuzu alamadık tabii : (
Şehire varınca tren istasyonundan karşıya dümdüz gidince Maas nehrinin üstündeki şirin köprüden (St Servaas Brug ) rahatça yürüyerek karşıya geçebiliyorsunuz. Bu köprüyü hem üstünden yüründüğü hem de yan tarafında heykeler olduğu için Prag’taki Charles Köprüsü’ne benzetmiştim ki, Hollanda klasiği bisikletler sağımdan solumdan vızır vızır geçmeye başlayınca bu fikrimden vazgeçtim.
Bu küçücük bence oldukça şirin şehirin araba bile giremeyecek derece bir sürü daracık sokağı var, evlerin de çooookk eskilerden kaldığı belli. Arnavut kaldırımlı bu sokaklar genelde mini mini kafelerle süslenmiş. Her yerde çiçekler.. Hollanda da geçirdiğim 1 yılda o kadar güzel çiçekler gördüm ki, her buldukları toprağa , saksılara hatta kapıların önüne asılan saksılara diktikleri çiçeklerin rengarenk fışkırması benim de içimden çiçek sevgisinin fışkırmasına neden olmuştu.
Bu arada muhteşem üçlü olan biz, elimizdeki tüm fotoğraf makinelerinin şarjlarını bitirmek suretiyle, bu muhteşem şehirin ancak bir kımını fotoğraflayabildik.
Köprüden sağa doğru gidince şehir merkezi olan ve önünde geçici mi kalıcı mı olduğunu anlayamadığım garip, renkli, müzisyen heykellerini barındıran meydanın arka fonunu bir kiliseler sırası oluşturmaktadır. The Vrijthof meydanında kırmızı da dahil olmak üzere değişik görüntülerde katedral bulunmakta.. tabii ki güzelim sokakları karış karış gezmeyi katedral gezmeye tercih edip, yola geri döndük. Sonra köprünün tam soluna gittik ve bir zamanlar kalenin şehire giriş surlarının önünde dolandık. İşte kendimizi tam ortaçağda hissettiğimiz andır. Niye bitti ki şarjımız buraları fotoğraflayamadık? Daha önce fotoğraflama şansı bulduğumuz bu surlardan biraz içeri girince upuzun direkleri ile gözümüzü çelen Kilisenin önündeki atları ne güzel sevmiştik. Bu upuzun kilisenin tepesinde Rapunzel yaşasa vallahi sevgilisi ile kavuşamazmış.. o kadar saç uzar mı yaw? Bu arada gezimizin sonunda surların arasından geçip, eski sokakları dolaştık.. ne güzel, ne değişik sokaklardı..
Gezimizin komik anılarından biri tam 6’da dondurmaları hüplerken Semra’yı hain bir arı sokunca, Semranın da korkusuyla ve dükkanların 6’da kapandığının bilmemizin endişesi ile koştur koştur şehir merkezine vardık hafif çiseleyen yağmur altında .. ama süper olan günlerden Perşembe ve dükkanlar burada da 9’da kapanıyor.. Aldık arılar için ilacı, hemen bir markete gidip sirke aldık yarayı temizlemek için.. ha ha süpriz Türk marketi.. nereden anladık.. kasa kasa Efes Pilsen satmasından.. bayılıyorum Türklere, milyonlarca biranın arasından yine Efes Pilsen.
Yağmur biraz bizi rahat bırakmış olsa, şarjımız da bitmemiş olsa daha da tadı damağımızda kalacak bir şehirdi.. Hollandaya gideceklere mutlaka mutlaka önereceğim bir masal kenti Maastricht..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder