19 Mart 2012 Pazartesi

Çekler Fransızları kıskanmış :)


















Canım arkadaşım Anıl’ın da dediği gibi,,, üzüntü ve muz kabuğu.. Prag’ta son gün, Viyana ve Budapeste’de de çektiğim fotoğrafları sakladığım klasör kayıp .. size ayırdığım birkaç fotoğraf dışında görsel sölen sunamayacağım galiba, artık idare ediverin.
Neyse biz dönelim, Prag gezimize. İkinci gün kalkar kalkmaz şehir merkezine geçip, oradan bir metroya atlayıp Prag kalesine doğru yol almaya başladık. Kale oldukça tepede, kondisyonsuz bedenlere yürüyüş zor gelebiliyor. Olsun, yürüdük zevkle. Kalenin üstünden manzara çok güzel, köprüler, binalar, nehir… hiç göze batacak bir şey bulamayacağımız mükemmel bir göz ziyafeti. Kalenin içinde bir çok bina var ama en çok dikkati çeken sanırım St. Vitrus Katedrali. Benim bünyem çok fazla katedral gezmesini kaldıramaz özellikle de kiliselerin içindeki garip nem kokusu bana çok çekici gelmiyor ama yine de girdim. Katedralin mozaiklerle süslü camları çok güzeldi , rengarenk beni cezbetmeyi başardılar. Dikkat biraz sonra Çeklerin nasıl Parislilere özendiğini anlatacağım başka bir yerde...Katedralin dış cephesindeki ağzından salyalar akan köpekler olduğunu sandığım korkunç yaratık heykelleri yoksa daha temiz ama bunlar kadar korkunç Notre Dame’ın dış cephesindeki hayvancıklara benzemiyor mu?? Sizi kopyacı Çekler :)
Kalenin içinde daracık sokaklarda ağır ağır gezindik. Kalenin içinde bir zamanlar Kafka’nın yaşadığı ve “Castle” adlı eserini yazdığı ev de var. Biz gittiğimizde bu evin olduğu sokak “Golden Lane” kapalıydı ama fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla rengarenk dış cepheleriyle oldukça renkli bir sokak. Ben göremedim ama mutlaka siz gidin :) yoksa o kadar renkli değil mi? Bu adamcağız böyle güzel bir şehirde niye bu kadar bunalmış yaw?
Kalenin yanından yine muhteşem manzaraya baktıktan sonra yavaş yavaş upuzun merdivenlerden kendimizi aşağıya saldık. Allah'tan geziyoruz diye ayaklarda hep spor ayakkabı var yoksa bu diklikte fren tutmayacak. Bir çok Avrupa kentinde de olduğu gibi Üniversite öğrencileri vereceğiniz bahşiş karşılığı size şehri dolaştırıyor. Prag’da bu tarz turlar eski şehir meydanında başlıyor ve sanırım saatleri 11 ve 2 idi.. Biz de yayalara açık olan her bir yanı Gotik heykellerle süslü Charles Köprüsünün Arnavut kaldırımlarından koşar adımlarla karşıya geçtik. Nefes nefese sarışın şirin mi şirin bir rehberi bulup peşinde gezinmeye başladık. Tabii beleş olunca grup biraz kalabalıktı o yüzden her şeyi harfi harfine duyamadım ama şehrin eski kısmındaki binalar hakkında genel bir fikrim oldu. Kaleyi bu turla gezmek istiyorsanız para vermek durumundasınız tabi.. Bizim sarı gacı çekmiş şortunu önden gitti, bizler de gölgesi arkadan başladık önce Yahudi mahallesini gezmeye. İkinci Dünya Savaşında Hitler Prag’ ı o kadar çok beğenmiş ki, bombalamaya kıyamamış ve Prag’ı ilerde kültür başkenti yapmaya karar vermiş. O yüzden Yahudi mahallesine hiç zarar vermemiş. Savaşı kazandıktan sonra bu bölgeyi müze gibi kullanmayı düşünüyormuş. O yüzden Yahudi mahallesinde eski sinagog, yeni sinagog derken bir sürü sinangog’un önünden geçtik. En ilginci de eski Yahudi mezarlığı idi. Burada mezar taşları o kadar yakındı ki, meğersem Yahudiler üst üste gömmüşler ölülerini. Sarı gacı bizi sokak sokak gezdirdi, nerede sinagog ,kilise varsa içine soktu bizi. Hristyanlıkla ilgili bir sürü hikaye anlattı, beni bol bol kilise kokusuna boğdu. Yürüdük yürüdük, artık şehirin içinde kalan Şehir kapılarının altından geçtik. Biz sokakları yayan aşınlarken, turistleri gezdirdiklerini tahmin ettiğim kırmızı pembe eski tip arabalar da hep yanımızdan geçiyordu..işte bir tanesini yakaladım.. Fotoşipşak..
Başka hiçbir yerde görmedim, bu şehirde hayran oldum bu anlayışa.. Demek ki Çekler bu nadide şehrin değerini biliyor, koruyorlar. Köpeciklerinin pisliklerini kağıda koymayı unutmuyorlar..
Bu arada gezdğimiz yerde bir çok Kafka ile ilgili müze ve heykeller vardı. Sanırm asıl müze nehrin kenarında karşı kıyıdaymış ama biz hep akşamaltıya kadar olan müze saatlerini kaçırdığımız için Kafka ile ilgili hiçbir müze gezemedik. İşte yukarıda gördüğünüz heykel yanlış anlamadıysam Kafkanın “dönüşüm” romanını simgeliyormuş. Ben okumadım bu kitabı daha doğrusu “Dava”yı okurken kendimi o koltuktan o koltuğa atmış ama içimi bunaltmaktan kurtaramamıştım. Sonra da çok merak etmeme rağmen “Kafka”nın iç dünyama göre olmadığına karar kılmıştım. Belki de acele ettim.. belki şimdi okusam daha farklı bakabilirim. Listeye alınabilir.
Ve sarı gacı ile birlikteliğimiz eski meydanda sona erdi. Sarı gacıya bahşiş verirken anlattığı hikayeye hala kıs kıs gülüyordum. Kıskanç Çekler dedim içimden. Kalenin de yukarısında taa tepelerde telefon direğine benzer biR yapı var Prag’da . Ormanların arasında,, yarısından fazlası ağaçlardan gözükmemekte..Meğersem Fransızları kıskanan Çekler bizim de bizim de Eyfel Kulemiz olsun ama olsun diye yerlerde dövünmüşler ama paraları da Eyfel kadar şaşalı bir yapı yapmaya yetmeyince, küçük bir Eyfel yaptırmışlar, onu da şehir de yer olmayıp, küçücük haliyle bir şeye benzemeteyince tepeye dikmişler.Sarı gacı anlatmasa benim için inanın çakma Eyfel radyo veya telefon direğinden farksızdı.
Sıcakta yürü yürü açıktık tabii, size bir önceki yazımda bahsetmiştim di mi Çek birasından ve Liköründen. Aman unutulmasın.. sanırım diğer Avrupa milletleri gibi Çeklerin de mutfağı çok geniş değil. Gittiğimiz yerde ördeklerinin meşhur olduğunu söylediler, ben de istedim. Diğer şehirlere göre yeme içmesi daha ucuz bu şehirin, üstelik porsiyonları da kocaman…Ördek güzeldi ama biraz yağlı geldi bana.. Ördek yiyecekler yemeklerinin bir müddet geç gelmesini de kabullenmeli..
Akşam oldu.. biz de şehrin görülmesi gereken ana yerlerini gezmenin verdiği rahatlıkla daracık sokaklarda yaylana yaylana yürümeye başldık. Geldik nehirin kıyısını Charles köprüsüne.. Köprü ışıklandırılmamış ama Kalenin görkemli ışığı ve görünüşü yetiyor. Köprüde sağlı sollu Hristiyan temalı, gotik heykeller var. Öğrendim ki, çoğu reprodüksiyon ama olsun önemli olan tarihi yaşatabilmek. Hristiyanların dilekleri olsun diye okşayıp geçtikleri heykeller de mevcut köprüde..
Prag’ta üçüncü günümüz biraz plansız oldu. Otobüs ayarlayamayınca Viyana’ya günü orada geçirdik. Yola çıkamamanın verdiği hayal kırıklığı mıdır; bütün gün yağan yağmurun üzerimizde bıraktığı serinlik midir, yoksa 2 gündür aşırı sıcaklarda yürümemiz midir bilmem nedir, üçüncü günü biraz orada biraz burada salına salına geçirdik,, ama akşam gittiğimiz barda çok eğlendik. Duvarları bizim “leman kültür “ gibi eğlenceli karikatürler il edoluydu, eski şehir meydanına çok yakın.. tühh ismini yazmalıymışım, zaten rastgele girmiştik.

Eminim daha gezemediğimiz bir sürü yer var ama hangi şehiri kıyısına köseşine kadar gezmek mümkün ki?? Hele ki Prag gibi her yerinden tarih fışkıran bir şehirde…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder