Bu sefer bekleme
yapamıyacağım. Neredeyse son 2 -3 yıldır bir sürü yeri gezme fırsatım oldu, beni
böylesine etkileyen bir yerle karşılaşmadım. Kapadokya, ismini güzel atlarından
alan, bir zamanların Hristiyanlık merkezi olan, doğal oluşumları ile gerçekten
bir Dünya harikası. Üstüne üstlük benim memleketimde (burnumuzum dibinde, ama
ancak 30 yaşında gelebildim), kendi kültürümün de etkileşiminin bulunduğu
dünyada bir tek.
Maceramız
sevgilim T’nin yaklaşık 2-3 hafta başının etini yemem sonucu son anda
haftsonunu Kapadokya’da geçirmeye karar vermemizle başladı. Hem T’nin kuzeni de orada tur operatorü idi, onun
bilgilerinden faydalanmak kötü mü olurdu? Pastırma sıcaklarının bastırması
sonucu gündüzlerin gayet sıcak devam ettiği Kasım’ın ilk haftasında bize
arkadaşımız D de eşlik etti. Yaklaşık
3-4 saatlik yolculuk sonucunda vardık bu güzel memlekete. Yol boyunca hiçbir peri
bacası görmemiş olmamıza rağmen, Ortahisar’a girer girmez gördüğümüz manzara
daha önce oraları hiç görmemiş beni derinden etkiledi. Evet, bir sürü fotoğraf
görmüştüm ama bu manzara karşısında ağzım açık kaldı. Peri bacaları, mağara
kaya evler, normal evler (Nevşehir yöresinde evler Sarıtaş adında yöreye özel
taştan yapılıyor. Birliği sağlamak amacıyla başka malzemeden ev yapılmıyor.) ve
hayatınızdan hiç bir yerde göremeyeceğiniz mağaradan kaleler hepsi hepsi bir
arada idi. Sağa mı bakayım, sola mı bakayım diye bilemeden (neyseki arabayı ben
kullanmıyordum) kuzenle Paşabağı’nda görüşmeye karar verdik. Kendisinin özel
turu olduğu için ancak bizi kısa bilgilendirmeler vererek yönlendirebiliyordu
ama genel bilgiler dahilinde bu yöre bireysel gezilinilebilir. Bir istisna ise
bu duruma daha sonra ballandıra ballandıra anlatacağım “yeraltı şehirleri”.
Hava hafif yağmur
çiseliyordu ama Paşabağı açıkhava müzesi kıvamında da olsa çok güzeldi.
Paşabağı yöresine giriş serbest, paralı değil. Üstüne üstlük güzel yollar var
aralarda, dağ tepe tırmanmak istemeyenler için. Aslında bunu hayal edememiştim,
ama bu yörede 2 gün bayağı tırmandık, hopladık zıpladık... mağara evlere,
kiliseler çıkarken oldukça atraksiyon yaşadık. Dolasıyı ile bu bölgeye mutlaka
rahat kıyafetler, trekking ayakkabısı ya da rahat spor ayakkabıları ile gitmek
gerekiyor.
Bilgi, görgü
böcüğü: Peribacaları Erciyes dağının çok eski dönemlerde volkanik haraketleri
sonucu oluşmuştur. Kayalar dış koşullardan dolayı oyuldukça çeşit çeşit
şekiller almıştır. İşte bizi hayretlere düşüren bu şekiller tamamen doğal
oluşum sonucu iken, içindeki yerleşimler insan işidir. Bu kayaların içleri ise
insanlar tarafından kazınmış (kolay kazınabilen yumuşak bir madde iken
oksijenle temas edince çabuk sertleşen doku) ve yaşam alanları oluşturulmuştur.
Bilgi, görgü
böcüğü: Paşabağı’nın eski adı “Rahipler Vadisi” imiş. Buradaki peribacalarının özelliği
çok gövdeli ve başlı olmaları imiş. Zamanında burada mucizeleri ile Halep’te
meşhur olup insanların yoğun ilgisinden kaçan bir aziz yaşamış. Azizin yaşadığı
yüksek mağara evlerde ise, şu an turistler boy boy fotoğraf çektirmekte.
Biz de Paşabağı bölgesinde
yürüdük, gün batımının çok güzel izlendiğinin duyduğumuz ama o saatlerde orada
olmadığımız için yorum yapamayacağım tepeye çıktık. Etrafı seyre daldık.
Sonbaharın sarı yaprakları ile daha da bezenmiş peribacalarını izlemeye
doyamadan, karnımız kazınmaya başlamıştı. Biz de hemen Paşabağı’nın
karşısındaki Celal’in yerinde incecik açılmış gözlemelerimizi yedik. Gözlemeler
çok güzeldi. Tavsiye ederim. Gözlemelerin tadına vardıkça İtalya’da aç
kalışımız aklıma geldi. Bir ohhhh diye iç geçirdim.
Oradan Zelve
Vadisini gezmek için yola koyulduk. Müze girişi olan bu vadiye müze kartla bedavaya
girebilirsiniz. Zelve adlı uzun vadinin sağı solu eski yerleşim bölgeleri
(mağaraları) ile dolu. Çok azı hariç bir çok mağara ev ziyarete açık durumda. Çiğnenerek
üretilen şaraplarının şaraphaneleri, güvercinlikleri, kiliseleri, at koşturarak
buğday öğüttükleri odaları gezmeye değer.
Bilgi, görgü
böcüğü: Çok eskiden bu yörede yaşayanlar
gelir elde ettikleri tarım için güvercin beslerlermiş. Güvercin dışkısı en
hızlı etki eden ve en değerli gübre imiş.
Biz de in çık in
çık, bütün kiliselere girdik çıktık. İtalya’ya kadar gidip Vatikan’a girmemeyi
tercih etmiş biri olarak, niye bu kiliselere girdim derseniz, Kapadokya’da
ortam çok farklı. Resimler, haçlar bize çok bir şey ifade etmese de, bu
insanlarla aynı toprakları paylaştık ve mağara kiliseler inanılmaz farklı,
değişik. Avrupa’nın her yerinde gördüğümüz Hristiyanlıktan daha farklı, daha
otantik bir yaşam tarzını sergiliyor bu kiliseler. O yüzden ben bayıldım, hepsini
tek tek gezdim, Avrupa’da bir daha da kiliseye girmem dememe rağmen!
Bilgi, görgü
böcüğü: Zelve’de 9. ve 13. Yüzyıllarda Hristiyanlık için önemli
bir merkez olmuş. Ama kiliselerin içindeki resimler Göreme yöresinde olduğu çok
belli değil, bir kaç kalan resim ve haç kabartmalarından kiliseler anlaşılıyor.
Bilgi, görgü
böcüğü: Zelve Mübadele’den sonra Türkler tarafından kullanılmış. Burada yaşayan
Türkler de kendilerine bir cami yapıvermişler tabii. Ama yörenin başka
bölgelerinde de görülebileceği üzere, çan kulesini minareye çevirerek ucuza
kapatmışlar olayı. Bölgedeki yaşayanlar da 1962’de başka bir yere transfer
edilmiş. Zelve şu an turistlerin baştan başa gezebileceği, peri bacaları ve
mağara evleri ile muhteşem bir güzelliği seyreden bir vadi.
Kapadokya’ya
gelince mutlaka gidilmesi gereken yerlerden biri Paşabağı ve Zelve. Zevkle
gezdik, mutlaka mutlaka gidilmeli. Bu mistik, dünyada tek olan hava
solunmalı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder