30 Ocak 2013 Çarşamba

İtalya'da Şaşkın Türkler 8: Floransa'da günü batırmak

Sanırım gelince de İtalya gezimizin en güzel parçası olduğuna oy birliği ile karar verdiğimiz Liguria bölgesinden ayrılmak çok zor geldi de çok merak ettiğim Toscana’ya varmak işi uzadı. Amacımız Floransa’ya çok yakın olan ve otelimizin bulunduğu Montecatini-Terme’de valizlerimizi bırakmak ve sadece bir öğleden sonrası ve akşamı ayırabildiğimiz Floransa’ya varmaktı. Aslında sağı solu dinlerseniz herkes Floransa’nın ne kadar büyüleyici bir yer olduğunu en çok orayı sevdiğini söylerken biz yine çıkıntılık yapıp bu güzel memlekete fazla zaman ayırmamıştık. Ama bir gerekçemiz vardı, Floransa’nın açık hava müzesi kıvamında olduğunu ve muhteşem sanat müzelerini (mesela Uffizi müzesi) hakkını vererek gezmek için şehirde günlerce kalınması gerektiğini biliyorduk.  Vatikan’a bile girmeme kararı almıştık sanırım sanat müzelerini es geçebilirdik.
Kalacağımız hostel Montecatini-Terme de tam bir İtalyan aile tarafından işletilen (92 yaşındaki nine bana elleriyle 92 yaşında olduğunu belirtti,  gözlerimizle tatlı bir sohbete daldık. Ne o beni anladı ne ben onu... Böylece karışıklık yaratacak hiç durum olmadı, capito?) Albergo Natucci fiyat açısından da çok uygundu. Kaldığımız oda çatı katısı olsa da tepeden cam açmayı düşünen otel sahipleri her yerde içi bunalmaya hazır açıklık hastası sevgilimi mutlu edebildiler. Otelin işleticilerinden tatlı bayan bize Floransa’dan son trenin 11’de olduğunu biraz akşama kaldığımız için araba ile gitmemizin daha uygun olacağını söyledi. Keşke ona uymasaydık da 3 ay sonra gelen Floransa sınırları içerisinde yediğimiz 91 Euro trafik cezasına katlanmasaydık.  Sanırım bir dükkanın önüne park ettik o an, 3-5 Euro ödemedik diye şu an kredi kartı ekstremizde 91 Euro bize sırıtıyor.



Her neyse yediğimiz cezaları bırakalım, Toscana bölgesinin et yemekleri meşhur diye duyduk, biz de kendimizi yemeğe sakladık.  Bir de yol boyunca kalacağımız otelin termal olduğunu sana ben (sanırım booking. com’dan yanlış anlamışım)  yanımıza almadığımız mayolarımıza hayıflanıp illa yolda alışveriş merkezine girip kendisine don alıp termal havuzdan yararlanmak istediğini belirten T ile didişip durdum. Ben diyorum illa Floransa’da gün batımını izleyeceğim, o diyor yok illa don alacağım termal havuza gireceğim, asla bu fırsatı kaçırmam. Şükür ki yolda mayo alacak yere rastlamadık, şükür ben de yanlış anlamışım. Otelin termal havuzu yokmuş da yakınlarda parayla girilebilecek termal havuzlar varmış. Beleşe kendini ılık sulara atamayacağını anlayan T, teslim oldu da Floransa’ya 1 saatlik yolun sonunda varabildik.
Yalnız akşam saatleri olması nedeniyle trafiğe de takıldık.
Kendimizi hemen şehri kuş bakışı izleyebileceğimiz ve girişi bedava olan Piazzale Michelangelo’ya attık. Gün batımının sonbaharın da katkısıyla muhteşem renklerine nişanlı çiftlerin fotoğrafçılara verdikleri pozlar, turistlerin patlayan flaşları ve merdivenlerde gün batımı seyreden kalabalığın kulaklarına hitap eden sokak sanatçıları eşlik ediyordu.  Mekân gerçekten keyifli idi. Sokak sanatçılarını izlerken açtıkları piknik sepeti ile bize aç karnımızı hatırlatan grup olmayaydı,  daha orada 1 saat daha geçirilirdi. Kırmızı ve morlar siyahla mücadelesini kaybettikleri anda şehrin ışıkları daha belirginleşti. Floransa Katedrali  Dumo, vaftizhane ve Piaza Della Signoria ihtişamları ile geceyi deliyorlardı. Şehri bu meydandan seyretmek çok ama çok zevkli idi.










Ama aç karnına insanın önüne dünyanın en güzel mekanını koy, anlamaz. Biz de şehre indik tesadüfen aramıza katılan bir çift ile. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra (sonra gelen cezalar ile hiç de uygun olmadığını da anladık ama çok geç çok) Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi tarihi Floransa sokaklarında yürümeye başladık. Şehir çok güzeldi hem de çok fazla dar sokağı olmamasına rağmen. Venedik’ten sonra sanki bulvarda yürüyorduk. Önce Pazar meydanına gidip hafif ıslak domuz heykeline baktık. Domuzun burnuna elini sokan tekrar gelirmiş hurafelerine inansak mı inanmasak mı derken normalde tiksinme âdeti çok az biri olan ben açlığın seline kapılıp bu eylemi gerçekleştirmeyip domuza bakmakla yetindim. Bir baktım grupça hareket ediyormuşuz.
Ve başladık açık hava müzesinde ağır ağır yürümeye. Katedralin önünde durduk durduk, üzerindeki muhteşem işlemelere bayıldık.  Gerçekten gündüz göremedik ama gece dışarıdan muhteşem görünüyordu. Normalde girişin ücretsiz olduğu katedrale niye mi girmedik, açtık ondan mı, akşam kapalı mıydı? İnanın hiç hatırlamıyorum.
Bilgi görgü böcüğü: Floransa Katedrali, Duomo şehirin en büyük yapısı ünvanıyla Floransa’nın adım adım her noktası gibi bizlere Rönesans’ın bir armağanıdır.




Turistik yerlerde çok yememeye özen göstersek de bu sefer beceremeyip Katedralin hemen yanındaki Cafe Dumo’da yemedik mi?  Yediğimiz et İtalya sınırları içerisinde yediğim en iyi et değil miydi? Yumuşacık bol karabiberli… İçilen şarap asla Venedik’teki şarabın yanına yaklaşmamış olsa da yemekten sonra çekilen fotoğrafların hafif bulanık olmasına neden olacak derecede keyiflendirmedi mi?
Bakınız yemekten bir sonraki durak  Piazza della Signoria. Ne meydan ne de meşhur Davut heykeli tam net değil benim için ama keyifler gıcır. Sarhoşluğumun nedeni şarap mı midemin mutlu olması mı oda tam belli değil tabii.
Sokaklarda dolanmaya devam. Durun o da ne yine bir sokak gösterisi.  Bu sefer Charlie Chaplin kılığını girmiş ve Chaplinin “The Kid” filmindeki oğluna benzer bir asistanı olan sokak sanatçısı çok eğlenceli ve seyirciyi de interaktif olarak içine alan gösterisi ile herkesi güldürdü. Sonra da şapkasına herkesten 50 cent atmasını rica etti. Fazla verenlerin eline hafiften vurdu, vermeyenlere eyvallah dedi. 30 yıldır bu işi yapıyormuş. Çok güldük kendisine. Yine sokak gösterileri ile beni kendine hayran etti Avrupa.
Ve sıra geldi meşhur Ponte Vecchio köprüsüne gitmeye.  Ben Floransa’yı Floransa yapan bilime, sanata kültüre verdiği destekle şehrin bir açık hava müzesi olmasını sağlayan Medici’leri bilmem, bu soylu ailenin bu köprüyü kendi ulaşımları için özel yaptırıp halkın arasına karışmadan iki yakaya geçmesini hiç bilmem, köprü güzeldi. Hatta zamanında İkinci Dünya Savaşında yıkma emiri almasına rağmen bir komutanının Hitlere gizli gizli karşı çıkıp bir sonraki köprüyü yıkarak bu köprüyü kurtarmasını sağlayacak derecede farklı. Aslına bakarsanız bu köprü hariç tüm köprüler yıkılmış.  Köprü yukarıdan gözüktüğü gibi aşağıdan da güzeldi. Üstelik kendisine huzurlu bir sessizlik eşlik ediyordu. Ve gecenin en tatlı anıJ))İtalya’ya ilk geldiğimiz günden beri içimiz hop ede ede dondurma yememe eylemimize devam ediyorduk. Ben henüz Türk topraklarından getirdiğim virüsün etkisinden kurtulamamanın ve antibiyotikle yaşadığım taze ayrılığın etkisiyle dondurmadan uzak dururken, T ‘de hassas boğazlarını üşütmemek için uzak durmayı tercih ediyordu. Ama yeni grup üyelerinin tavsiyelerine uymamak olmazdı. Adını hatırlamıyorum ama meşhur köprüyü takip eden köprünün hemen karşı ayağında bulunan dondurmacı bana İtalya’da en güzel dondurtmayı yedirtti.
Floransa’dan size ancak bu kadar aktarabileceğim. Kısacık gezimizde aklımızda kalan muhteşem bir gün batımı, çok güzel yapılar, yediği dondurma ve et ile mutlu mideler…






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder