Sanırım gelince
de İtalya gezimizin en güzel parçası olduğuna oy birliği ile karar verdiğimiz
Liguria bölgesinden ayrılmak çok zor geldi de çok merak ettiğim Toscana’ya
varmak işi uzadı. Amacımız Floransa’ya çok yakın olan ve otelimizin bulunduğu
Montecatini-Terme’de valizlerimizi bırakmak ve sadece bir öğleden sonrası ve
akşamı ayırabildiğimiz Floransa’ya varmaktı. Aslında sağı solu dinlerseniz
herkes Floransa’nın ne kadar büyüleyici bir yer olduğunu en çok orayı sevdiğini
söylerken biz yine çıkıntılık yapıp bu güzel memlekete fazla zaman
ayırmamıştık. Ama bir gerekçemiz vardı, Floransa’nın açık hava müzesi kıvamında
olduğunu ve muhteşem sanat müzelerini (mesela Uffizi müzesi) hakkını vererek
gezmek için şehirde günlerce kalınması gerektiğini biliyorduk. Vatikan’a bile girmeme kararı almıştık sanırım
sanat müzelerini es geçebilirdik.
Kalacağımız
hostel Montecatini-Terme de tam bir İtalyan aile tarafından işletilen (92
yaşındaki nine bana elleriyle 92 yaşında olduğunu belirtti, gözlerimizle tatlı bir sohbete daldık. Ne o
beni anladı ne ben onu... Böylece karışıklık yaratacak hiç durum olmadı,
capito?) Albergo Natucci fiyat açısından da çok uygundu. Kaldığımız oda çatı
katısı olsa da tepeden cam açmayı düşünen otel sahipleri her yerde içi
bunalmaya hazır açıklık hastası sevgilimi mutlu edebildiler. Otelin
işleticilerinden tatlı bayan bize Floransa’dan son trenin 11’de olduğunu biraz
akşama kaldığımız için araba ile gitmemizin daha uygun olacağını söyledi. Keşke
ona uymasaydık da 3 ay sonra gelen Floransa sınırları içerisinde yediğimiz 91 Euro
trafik cezasına katlanmasaydık. Sanırım
bir dükkanın önüne park ettik o an, 3-5 Euro ödemedik diye şu an kredi kartı
ekstremizde 91 Euro bize sırıtıyor.
Her neyse yediğimiz
cezaları bırakalım, Toscana bölgesinin et yemekleri meşhur diye duyduk, biz de
kendimizi yemeğe sakladık. Bir de yol
boyunca kalacağımız otelin termal olduğunu sana ben (sanırım booking. com’dan
yanlış anlamışım) yanımıza almadığımız
mayolarımıza hayıflanıp illa yolda alışveriş merkezine girip kendisine don alıp
termal havuzdan yararlanmak istediğini belirten T ile didişip durdum. Ben
diyorum illa Floransa’da gün batımını izleyeceğim, o diyor yok illa don
alacağım termal havuza gireceğim, asla bu fırsatı kaçırmam. Şükür ki yolda mayo
alacak yere rastlamadık, şükür ben de yanlış anlamışım. Otelin termal havuzu
yokmuş da yakınlarda parayla girilebilecek termal havuzlar varmış. Beleşe
kendini ılık sulara atamayacağını anlayan T, teslim oldu da Floransa’ya 1
saatlik yolun sonunda varabildik.
Yalnız akşam saatleri olması nedeniyle
trafiğe de takıldık.
Kendimizi hemen şehri
kuş bakışı izleyebileceğimiz ve girişi bedava olan Piazzale Michelangelo’ya attık. Gün batımının sonbaharın da katkısıyla
muhteşem renklerine nişanlı çiftlerin fotoğrafçılara verdikleri pozlar,
turistlerin patlayan flaşları ve merdivenlerde gün batımı seyreden kalabalığın
kulaklarına hitap eden sokak sanatçıları eşlik ediyordu. Mekân gerçekten keyifli idi. Sokak sanatçılarını
izlerken açtıkları piknik sepeti ile bize aç karnımızı hatırlatan grup
olmayaydı, daha orada 1 saat daha
geçirilirdi. Kırmızı ve morlar siyahla mücadelesini kaybettikleri anda şehrin
ışıkları daha belirginleşti. Floransa Katedrali
Dumo, vaftizhane ve Piaza Della Signoria ihtişamları ile geceyi
deliyorlardı. Şehri bu meydandan seyretmek çok ama çok zevkli idi.
Ama aç karnına
insanın önüne dünyanın en güzel mekanını koy, anlamaz. Biz de şehre indik
tesadüfen aramıza katılan bir çift ile. Arabayı uygun bir yere park ettikten
sonra (sonra gelen cezalar ile hiç de uygun olmadığını da anladık ama çok geç
çok) Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi tarihi Floransa sokaklarında yürümeye
başladık. Şehir çok güzeldi hem de çok fazla dar sokağı olmamasına rağmen. Venedik’ten
sonra sanki bulvarda yürüyorduk. Önce Pazar meydanına gidip hafif ıslak domuz
heykeline baktık. Domuzun burnuna elini sokan tekrar gelirmiş hurafelerine
inansak mı inanmasak mı derken normalde tiksinme âdeti çok az biri olan ben
açlığın seline kapılıp bu eylemi gerçekleştirmeyip domuza bakmakla yetindim.
Bir baktım grupça hareket ediyormuşuz.
Ve başladık açık
hava müzesinde ağır ağır yürümeye. Katedralin önünde durduk durduk, üzerindeki
muhteşem işlemelere bayıldık. Gerçekten
gündüz göremedik ama gece dışarıdan muhteşem görünüyordu. Normalde girişin
ücretsiz olduğu katedrale niye mi girmedik, açtık ondan mı, akşam kapalı mıydı?
İnanın hiç hatırlamıyorum.
Bilgi görgü böcüğü: Floransa
Katedrali, Duomo şehirin en büyük yapısı ünvanıyla
Floransa’nın adım adım her noktası gibi bizlere Rönesans’ın bir armağanıdır.
Turistik yerlerde çok yememeye özen göstersek
de bu sefer beceremeyip Katedralin hemen yanındaki Cafe Dumo’da yemedik
mi? Yediğimiz et İtalya sınırları
içerisinde yediğim en iyi et değil miydi? Yumuşacık bol karabiberli… İçilen
şarap asla Venedik’teki şarabın yanına yaklaşmamış olsa da yemekten sonra
çekilen fotoğrafların hafif bulanık olmasına neden olacak derecede
keyiflendirmedi mi?
Bakınız yemekten bir sonraki durak Piazza della Signoria. Ne meydan ne de
meşhur Davut heykeli tam net değil benim için ama keyifler gıcır. Sarhoşluğumun
nedeni şarap mı midemin mutlu olması mı oda tam belli değil tabii.
Sokaklarda dolanmaya devam. Durun o da ne yine
bir sokak gösterisi. Bu sefer Charlie Chaplin
kılığını girmiş ve Chaplinin “The Kid” filmindeki oğluna benzer bir asistanı
olan sokak sanatçısı çok eğlenceli ve seyirciyi de interaktif olarak içine alan
gösterisi ile herkesi güldürdü. Sonra da şapkasına herkesten 50 cent atmasını
rica etti. Fazla verenlerin eline hafiften vurdu, vermeyenlere eyvallah dedi.
30 yıldır bu işi yapıyormuş. Çok güldük kendisine. Yine sokak gösterileri ile
beni kendine hayran etti Avrupa.
Ve sıra geldi meşhur Ponte Vecchio köprüsüne gitmeye. Ben Floransa’yı Floransa yapan bilime, sanata
kültüre verdiği destekle şehrin bir açık hava müzesi olmasını sağlayan Medici’leri
bilmem, bu soylu ailenin bu köprüyü kendi ulaşımları için özel yaptırıp halkın
arasına karışmadan iki yakaya geçmesini hiç bilmem, köprü güzeldi. Hatta
zamanında İkinci Dünya Savaşında yıkma emiri almasına rağmen bir komutanının
Hitlere gizli gizli karşı çıkıp bir sonraki köprüyü yıkarak bu köprüyü
kurtarmasını sağlayacak derecede farklı. Aslına bakarsanız bu köprü hariç tüm
köprüler yıkılmış. Köprü yukarıdan gözüktüğü
gibi aşağıdan da güzeldi. Üstelik kendisine huzurlu bir sessizlik eşlik
ediyordu. Ve gecenin en tatlı anıJ))İtalya’ya
ilk geldiğimiz günden beri içimiz hop ede ede dondurma yememe eylemimize devam
ediyorduk. Ben henüz Türk topraklarından getirdiğim virüsün etkisinden
kurtulamamanın ve antibiyotikle yaşadığım taze ayrılığın etkisiyle dondurmadan
uzak dururken, T ‘de hassas boğazlarını üşütmemek için uzak durmayı tercih ediyordu.
Ama yeni grup üyelerinin tavsiyelerine uymamak olmazdı. Adını hatırlamıyorum
ama meşhur köprüyü takip eden köprünün hemen karşı ayağında bulunan dondurmacı
bana İtalya’da en güzel dondurtmayı yedirtti.
Floransa’dan size ancak bu kadar
aktarabileceğim. Kısacık gezimizde aklımızda kalan muhteşem bir gün batımı, çok
güzel yapılar, yediği dondurma ve et ile mutlu mideler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder