Sanki bir ölüler ülkesidir Likya. Kaya mezarları, lahitler, ölümlüleri ile ayaktadır. Mezarlar önemlidir Likyalılar için, ölümden sonraki hayat da ihtişamlı olmalıdır, birlikte olunmalıdır aileler ile…
Aslında Işık ülkesidir Likya, Akdeniz’in yeşille buluştuğu
çizgiden bazen kaya mezarları bazen de deprem sonucu su içinde kalmış mezarları
ile günümüze ışık tutar.
Biraz sonra bahsedeceğim kitapta da anlatılan Patara’da
Bulunan Yol Kılavuzu Anıtında birbirine bağlanan kentlerin yollarıdır Likya
yolu, şimdilerde yüzlerce yabancı ve onlarca Türk’ün akın akın trekking yapmak
için gittiği. Bazen kızarım bizlere,
yaşadığımız toprakların eski toplumlarından kalan eserler ilgimizi çekmezken,
akın akın gelen turistleri görünce. Ne de olsa bir yerde atalarımız olur bu
topraklarda yaşayanlar, biraz tanımaktan ne çıkar. Hangi ülkede bu kadar
zenginlik vardır, hangi ülkeye bu kadar hırsız uğramıştır ev sahipleri evlerini
iyi koruyamadığı için. Hangi ülkenin binlerce yıl geçmişe ulaşan çeşit çeşit
kültürü vardır, kendi insanları geçmişle bu kadar ilgisizken.
İşte Nevzat Çevik de Taşların İzinde Likya kitabının
sonsözünde bunu vurgulamış. Daha yaşadığımız topraklardaki eserleri görmeden
Kahire’deki piramitleri gören insanımızın çok olmasından dem vurmuş, yazdığı
kitapla birazcık bizi bu toprakları paylaştığımız insanları tanımaya çağırarak.
Birazcık bizlerin ilgisini çekmeye çalışmış yazar, kitabı bol bol fotoğraflarla
ve çizimlerle bezeyerek.
Ben de ne zamandır arkeolojiye olan merakımı tırmandırdım
ya, Kairalılar, Frigler, Hititler, Likyalılar derken okuyorum mitoloji, arkeoloji
kitaplarını sıra sıra.
Taşların İzinde Likya kitabını ise Cate Clow’un Likya Yolu
rehber kitabını bulmak için hummalı bir araştırmaya girdiğimde almıştım. Ama geçen
sene hoppidi hoppidi Likya yolu macerasının Fethiye yöresinde fazla antik kent
ile karşılaşmayınca kitabı kütüphaneme kaldırmıştım. Bu sene arkeolojiye
ilgimin daha da artması ve Likya yolu planlarına antik kentlerin de katılması
ile bu eski kentleri öğrenmeye karar verdim ve kitabı tekrar elime alıp
dikkatlice okudum, yeni bir şeyler öğrenmenin verdiği mutluluk hissi ile.
Kitap Likyalıların genel yaşantıları, tarihleri hakkında birçok
bilgi veriyor. Sonra da kentleri tek tek anlatmaya başlıyor. Bazen o şehirlerde
yürüyor gibi hissediyorsunuz bazen de fazla detayın içinde kalmış gibi.
Ksanthos şehrindeki toplu intiharları okurken içiniz buruluyor. Sonra da zamana
meydan okuyan mezarları ile etkiliyor Likya sizi. Ama keşke daha masalsı bir dille yazılmış,
efsaneler de olsaydı bu kitabın içinde. Ne yalan söyleyeyim, şehirler birbirine
benzer şekilde anlatılmaya başlanınca sıkılmaya başlayıp son birkaç şehri
okumadan atladım. Tabii ki yazarımız hem arkeoloji okurlarını memnun edebilmek
hem de diğer okuyucuları sıkmadan ilgilerini çekebilmek için titizlikle
çalışmış ama sanki biraz da aralara efsaneler koyup neşelendirse miydi bizi?
Yine de mutluyum artık Likya yollarında hoppidi hoppidi
yürürken daha bilinçli yürüyeceğim…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder