Amanınn bütün fıstıklar kafadan çatlak diye bağırıyor sonra
da tek fıstık kabuğunu dolu olanın içine kıstıra kıstıra kafadan çatlakları
götürüyorum. Zevkten dört köşeyim. T, ise elimden kafadan çatlak fıstıkları
kapmak için uğraşıyor.
İşte bu ritüel 2 buçuk günlük Urfa –Mardin maceramız sonunda
evde soluklanırken yaşanıyor. Ama ne zevkli ne zevkli.
Gap havalimanına inince T’nin ahbabı Hamut abi bizi karşılıyor.
Yol boyunca açmaya yüz tutmuş fıstık ağaçlarını göstererek içerliyor. Biz
üretiyoruz, Antepliler işlediği için ününü üstlerine alıyorlar diye. Bundan
sonra en azından gezi boyunca Antep fıstığı demek yok. Sadece Urfa fıstığı
denecek. Halbuki ben hep Şanfıstığı derdim, Şan’ının da Şanlıurfa’dan geldiğini
sanırdım. Yok, hayır sadece Urfa fıstığı
denecek. Seni mi kıracağız Hamut abi. Bu arada gezimizin maskot lafı oldu “Bu
fıstıkların hepsi kafadan çatlak” cümlesi. Hamut abi Urfalı zeki bir
arkadaşımızın fıstıkları pazarlamak için bu cümleyi kurduğunun söyleyince
gülmekten çalışan göbek kaslarımızın acısı aklımıza kazındı ve hep bir ağızdan:
Bu fıstıkların hepsi kafadan çatlaaaaaaakkkkkkkk!!!!!.
İlk olarak Göbeklitepe’ye gidiyoruz. Şehrin içinden
geçtikten sonra yaklaşık 12 km ötede Göbeklitepe. Belki duymayınız vardır.
Dünyanın şu ana kadar tespit edilmiş en eski tapınak kompleksi. Bugünden tam
12000 yıl önce. Ben de aslında çok olmadı yeni öğrendim Göbeklitepeyi. Hem de
çok güzel bir belgesel izleyerek. Belgeseli izleyip gidince daha anlamlı oldu.
Aslına bakarsanız 4 adet tapınak şu ana kadar çıkarılmış. A-B-C-D. Bunların
hepsi yan yana. Belgeseli izleyince öyle görkemli bir yapı ile karşılacağımı
düşünmüştüm ki bu tapınakların hepsinin yan yana olduğunu düşünemedim. Bu
belgeseli mutlaka ama mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
http://www.youtube.com/watch?v=XHoOiNnqkPU
Böylece Göbeklitepeçalışmaları sonucu ortaya çıkan hayvan figürlerini, taşlardaki el figürlerinin, 12 rakamının bir çok yerde olduğu gibi günümüzden 12000 yıl önce de ne kadar önemli olduğunu bilerek mekanı gezebileceksiniz. Gerçekten çok gizemli bir yer Göbeklitepe, yılda 2 ay kazı çalışmaları ile ne kadar daha gizemi çözülür ama onu bilmiyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=XHoOiNnqkPU
Böylece Göbeklitepeçalışmaları sonucu ortaya çıkan hayvan figürlerini, taşlardaki el figürlerinin, 12 rakamının bir çok yerde olduğu gibi günümüzden 12000 yıl önce de ne kadar önemli olduğunu bilerek mekanı gezebileceksiniz. Gerçekten çok gizemli bir yer Göbeklitepe, yılda 2 ay kazı çalışmaları ile ne kadar daha gizemi çözülür ama onu bilmiyorum.
Nisan ayının sarı sarı otlarının süslediği Urfa ‘da Göbeklitepenin
bulunuş hikayesini duymanız gerek. Göbeklitepe’nin vefalı ve yaptığı işten çok
zevk alan görevlisi Veysi (Veysi kazı çalışmalarına da katılıyor) ve babası
kendilerine ait olan arazide bir gün ana tanrıça heykeli bulurlar. Heykeli
müzeye teslim etmek isterler ama kültür gelenek derken temiz olsun diye
yıkarlar. Heykele verilen bu iyiniyetli bu tahribattan sonra Göbeklitepe
macerası başlar. Veysi’nin babası Mahmut’un arazisi artık ünlü olmuştur. Veysi
de çalışmaya başlar kazılarda şimdi görseniz sorunca arkeolojiye bayılıyor. Keşke
daha da gençken şansı olsaydı, yönlendirilseydi de arkeolojiye daha bilinçli
yönelebilseydi istiyor. Veysi şimdi gelene gidene zevkle anlatıyor Göbeklitepeyi
maceralarını. Ne kadar tuhaf değil mi?
Vatanımızın taşı toprağı arkeoloji, ne kadar ilgiliyiz? Veysi ile gurur duydum
bu yüzden, sadece Veysi’nin gözlerindeki heyecanı görmek için bile ziyaret
edilesi Göbeklitepe. Bu göbek ismi
nereden gelmiş derseniz, o da ilginç. Ben zannetmiştim ki bu tapınaklar (toplam
sayısının 20 kadar olduğu tahmin ediliyor) üstü bilinmez bir şekilde örtülmüş,
o da göbek havası vermiş. Yanlış,, oranın yerlilerinden 2 kişi tam tepenin en
efil efil esen yerine gömülmeyi nasihat etmişler. Şu anda kime ait olduğu belli
olmayan 2 adet mezar var bir dut ağacının dibinde, Göbeklitepeye ismini veren.
Göbeklitepenin tılsımlı havasından ayrılıp Urfa’ya yol alıyoruz. Urfa şehri çok
gelişmiş, sanırsın Ankara’nın semtleri, gayet güzel.
Hamut abi bize evinde Urfa lahmacunu yaptırmış, yere
oturarak yiyoruz Urfalılar gibi. Ama yere oturup bağdaş kurmakta zorlanan
arkadaşlar var. Kurbağa oturuşu, yandan oturuş ya da Urfa’da da kabul gören
koşuya çıkmaya hazır maratoncu oturuşu, her çeşit var. Aramızda Bizans
imparatorları gibi yan yan oturan tecrübesiz arkadaşları da unutmamak gerek.
Bana göre acı ama çok lezzetli lahmacunları mideye indirdikten sonra koyulduk
yola.
Önce Urfa kalesi, durun durun Urfa kalesinden önce Hz
Eyüp’ün çektiği acıların dindiği suların bulunduğu cami ve türbe kompleksine
gidiyoruz. Burası çok kalabalık. Özellikle de şifalı olduğuna inanılan çeşmenin
başı. Kalabalığı itmek suretiyle kendimize yer bulup şifalı sulardan içmeye
başlıyoruz. Durun bu son olmayacak. Urfa’nın her köşesinde şifalı sulardan içme
imkanımız olacak. Neyse ki hava sıcak ve acılı lahmacun yedik. Her yerde
içiyoruz lıkır lıkır. Bu kadar çok hayratı olan gördüğüm üçüncü şehir. Roma ve
Venedik’ten sonra. Yani neymiş Urfa’da suya para vermeye gerek yok. Belki tarım
arazileri susuz, bir kısmı da Atatürk barajından su alabiliyor ama eski Urfa
civarında dolaşırsanız yer gök su. Hemi de şifalı.
Biz kalabalığı görünce yok mok desek de her yerde Hamut abi bize su içirmeye karalı, pıtı pıtı önden yer buluyor bize yer açıyor. Bu arada cami civarında arap kökenli vatandaşlarımızın kafa ve boyunlarındaki poşulara bakıyorum. Hepsi mor. Hamut abinin baldan tatlı zeki kızı Ayşegül’e soruyorum. Geçen sene maviydi bu sene mora döndü renkler diyor. Ama ben biliyorum nedenini, geçen sene izlediğim bir belgeseldeki bilgiler doğru ise aşiret ağaları poşu modasını belirliyorlar ve son yıllarda favorileri koyu renkler. Koyu mavi, mor gibi…
Biz kalabalığı görünce yok mok desek de her yerde Hamut abi bize su içirmeye karalı, pıtı pıtı önden yer buluyor bize yer açıyor. Bu arada cami civarında arap kökenli vatandaşlarımızın kafa ve boyunlarındaki poşulara bakıyorum. Hepsi mor. Hamut abinin baldan tatlı zeki kızı Ayşegül’e soruyorum. Geçen sene maviydi bu sene mora döndü renkler diyor. Ama ben biliyorum nedenini, geçen sene izlediğim bir belgeseldeki bilgiler doğru ise aşiret ağaları poşu modasını belirliyorlar ve son yıllarda favorileri koyu renkler. Koyu mavi, mor gibi…
Buradan hemen Urfa Kalesine doğru yol alıyoruz. Kale ve
Balıklı göl yan yana. Kaleye çıkmak için gayet güzel merdivenlerden yukarı
çıkıyoruz bir yandan da Eski Urfa manzarasına karşı hoplamalı zıplamalı pozlar
vererek. Kaleye giriş paralı ancak müze kart da geçerli haberiniz olsun. Kale
de çok bişey yok aslında, eskiden kalma surlar ve ihtişamlı bir şekilde şehre
tepeden hükmeden 2 adet sütun. Sarı sarı çiçekler arasında kalmışlar. Hemeen şip
şak. Kaleden aşağıya inmek için gizli bir geçit var serin serin. Geçit belli ki
çeşitli dönemlerde elden geçirilmiş, basamaklar bazen daha dar bazen kocaman
kocaman. Nisan ayında bile Urfa o kadar sıcak ki, bu serin geçitler insanın
içini ferahlatıyor.
Aşağıya inince hemen bir alt geçitten Halil-ür Rahman
(Balıklı Göl)’ün yanındaki AynZeliha gölüne iniyoruz. Bu gölde de bol bol balık
var. Ayrıca bu gölde sandalla da gezilebiliyor. Balıklı göl’ün hikayesini az
çok biliyorsunuzdur. Hz İbrahim Nemrut tarafından yakılmaya çalışınca ateş
göle, odunlar balığa dönüyor. Aynı sırada Hz İbrahim’e inanan Nemrut’un kızı da
ateşe atlayınca bu göl oluşmuş. Göllerin etrafı çok kalabalık. Tahmin edersiniz
ki her yerde su içilecek çeşme var şifalı şifalı. İçiyoruz lıkır lıkır, Hamut
abinin gözleri üzerimizde, içmemek olur mu? Göllerin kutsal sayılan akıllı
balıkları da gölgelere yığılmışlar. Hamut abi jet gibi kalabalığı yara yara
gidiyor biz de arkasından pıtır pıtır. Neyse ki Ayşegül var yanımızda bize yol
gösteriyor. Biz de yine bir cami avlusuna giriyoruz, meğersem Hz İbrahim’in
annesinin Nemrut’un tüm erkek çocukları öldürme emri vermesine üzerine (yanlış
hatırlamıyorsam Nemrut’un gördüğü rüya üzerine bir kahinleri tahtının yeni doğacak bir erkek çocuğu tarafından alınacağını söylüyor, o da yeni doğacak tüm erkek çocuklarını öldürme emri veriyor) bu avlu içindeki
mağaraya saklanarak bebeğini doğuruyor. Ve işte bu hikayenin en eğlenceli kısmı
da burada. Çiğköfte de bu arada keşfediliyor. Hz İbrahim’in annesi elindeki
malzemeleri yoğurarak çiğ köfteyi buluyor. Kaynak, Hamut Abi.
Çiğköftenin efsanesini de dinledikten sonra çok istedik bir
çiğ köfte ama kısmet olmadı. Hamut abi bir sonraki sefere söz verdi. Hz
İbrahim’in doğup çeşitli kaynaklarda faklı yaşlara kadar annesi tarafından
gizlice büyütüldüğü bu mağarayı ikiye bölmüşler, kadınlar ve erkekler için
giriş. Tahmin edin içeride yine bir şifalı su var.
Bu arada Urfa’da bir çok yerde mağara yaşamı varmış,
belediye şu anda bu mağaraları restore ediyor. Hamut Abi’nin dediğine göre
içine 5000 koyunun girebildiği mağara bile var. Sanırım bu boyutlarda bir
mağara ancak villa mağara olabilir.
Balıklıgöl civarından çıkıp, Urfa’nın tarihi çarşılarında
dolanmaya başlıyoruz. Baharatlar, poşular,
neler var neler daracık çarşılarda. Bazen bakır döven ustalarla bazen
işi yerinden öğrenen küçücük çıraklarla karşılaşıyoruz. Bu ustalar bu seslere
nasıl dayanıyor diye merak ederken, tarihi çarşılar arasında güzel bir dinlenme
yeri olan Gümrük hana giriyoruz. Hanın avlusu tıklım tıklım. Üst katında
terziler zanaatlarını icra ederken, Urfa fotoğraf derneği gibi sanatla iç içe
birimlere de ev sahipliği yapıyor bu eski ve güzel han. Sevimli garson Yusuf
illa ki fıstıktan yapılan menengüç kahvesini öneriyor.
Gaziantepteki kötü maceramdan sonra tereddütlüyüm ama Anıl’ın kahvesinden bir fırt çekince fikrim tamamen değişiyor. Bu kahve mükemmel. Hepimiz birer tane içiyoruz yanımızda yine çalgıcılar Urfa türkülerini söylerken. Menengüç kahvesi oldukça yumuşak içimli, hoş çay içsem kaçak çayla karışık ağır bir çay içmeyecek miyim zaten? Neymiş Antep’te içilmeyen Memegüç kahvesi mutlaka ama mutlaka Urfa’da içilecek. Hele de bu serin handa süper.
Gaziantepteki kötü maceramdan sonra tereddütlüyüm ama Anıl’ın kahvesinden bir fırt çekince fikrim tamamen değişiyor. Bu kahve mükemmel. Hepimiz birer tane içiyoruz yanımızda yine çalgıcılar Urfa türkülerini söylerken. Menengüç kahvesi oldukça yumuşak içimli, hoş çay içsem kaçak çayla karışık ağır bir çay içmeyecek miyim zaten? Neymiş Antep’te içilmeyen Memegüç kahvesi mutlaka ama mutlaka Urfa’da içilecek. Hele de bu serin handa süper.
Çarşılarda gezildikten sonra bir arkadaştan referans
aldığımız sporium centerda Yarım terbiyeli kuşbaşıları götürüyoruz. Götürüyoruz da
benim anlamadığım nerede bu kuşbaşıların terbiyesi.. acı acı yaktı beni olmaz
ki…Koyu çayımızı da Hamut abi’nin sevimli kayınpederi ve kayınvalidesinde
içtikten sonra bir sonraki macereya hazırız.
Şimdi sırada Mardin’e yolculuk var… hem yorulduk hem de
zaman kısıtı olduğu için gezemediğimiz şehirden uzak kalan Halfeti ve Harran
aklımızda kaldı. İtiraf edeyim benim en çok aklımda kalan Hamut abinin
yetenekli eşi Raziye’nin ellerinden yiyemediğimiz acılı çiğköfte kaldı. Zaten Anılcım
ilanlara bakıp bakıp birkaç önce olan Urfa Kurtuluş günlerinde kaçırdığı
çiğköfte yarışmalarına üzülmüştü...
Öyle böyle derken Urfa’yı da çok sevdik. Hamut abi ve sevimli
ailesinin de bu duruma katkısı çok oldu.. şimdi hep bir ağızdan:
Bu fıstıkların hepsi kafadan çatlaaaaakkkkkkk!!!!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder