8 Mayıs 2013 Çarşamba

Frigya vadisine doğru keyifli bir yolculuk



Dört kız toplandık, erkenden yola çıkarak Ankara’ya çok yakın Dağlık Frigya’yı keşfetmeye yola çıktık. Bizim mavi boncuk tüplü arabamla ilk defa yanımda T olmadan çıkacağım uzun yolculuk hiç de o kadar zor gelmedi.  Dönüşte direksiyona Zıpzıpın geçtiğini saymazsak.
Aslında Ankara’ya bu kadar yakın bir arkeolojik bir hazine var ama bunun bile farkında değiliz. Daha ben Gordion’a bile gitmedim düşünün.  Frigya vadisi Eskişehir, Afyon ve Kütahya sınırlarında geniş bir alanda yer alıyor. Bu büyük alan turizme kazandırılmak için çeşitli aktivitelerle destekleniyor. Trekking için işaretlemeler yapılıyor, daha çok insanın ilgisini çekebilmek amacıyla her sene fotoğraf yarışmaları düzenleniyor. İtiraf ediyorum ben de bir fotoğraf yarışması ilanıyla buranın farkına vardım ve kızları ikna ettim gitmek için. Hoş yarışmaya katılmadım ama çok güzel bir gün geçirip sadece tarih derslerinde İç Anadolu’da yaşamış uygarlıklar olarak Frigleri saymakla kalmış olan az bilgimi bol bol genişlettim. Bu bilgileri de size ara ara bilgi görgü böcüğü seve seve verecek. Bu arada Frigya vadisi ile ilgili olarak birçok bilgiye ulaşabileceğiniz resmi site http://www.frigvadisi.org/ bu linktedir efenim. Biz de bol bol faydalandık.




Nasıl giderim derseniz, Ankara’dan gidecekseniz en güzel yol arabayla gitmek. Bizim gibi arkadaş grubu ile zevkli olacağını düşünüyorum. Biz en çok anıtın bulunduğu Eskişehir’deki Yazılıkaya gittik. Afyon ve Kütahya bir sonraki maceraya kaldı. Eskişehir yolundan dümdüz gittik. Ankara, Temelli, Polatlı, Sivrihisarı da dümdüz geçtikten sonra Çifteler kavşağından karşı tarafa geçtik. Neyse ki oralarda bol bol kahverengi levhalar vardı da yolumuzu çok kolay bulduk. Dümdüz sakin yer yer köy yolu olabilen ama güzel yollardan geçtik. Sadece büyük yerleşim bölgesi olarak mavi minareli camileri ile dikkatimizi çeken Çifteler kasabasından geçtik. Onun dışında gelişli gidişli bazen virajlı ama nispeten düz yollarda tarlaların, kuzuların arasından geçtik. Hava bir sıcak bir soğuk olurken yağmur bulutları bizle yarışıyordu. Güneş bazen yağmur bulutlarını ittirip dursa da bulutların çok iddialı olduğu Martın son gününde uçsuz bucaksız gözüken tarlaların üzerinde bulutlar ve güneş el birliği ile sanki desenler çiziyorlardı. Bol bol koyunun kuzunun meleştiği, çobanlarının güler yüzleri ile bize habire bize el salladığı, ağaçların fazla sıkıntıya gelmeden özgür özgür seyrekçe yerleştiği bu Frigya vadisi ilerleyen saatlerde kulaklarımızı çınlatan gök gürültülerine, tepelerde rüzgar uğultularına rağmen bize kendisini çok sevdirdi.

Yollarda zıpzıp ve ben Karaağaç köyünden Kamil çoban ile muhabbet ettik. Kamil amca bol bol civardan, okutup şehirlere gönderdiği çocuklarından bir de benim bir türlü sevmeyi beceremediğim koyunlarından bahsetti. Ben  koyunları ne kadar sevmek isteyip yanlarına atılsam koyunlar 100 metre maratona çıkar gibi kaçıştılar. Taklit ettim Kamil çobanı, ben de gırtlaktan “Heyyyt” demeye çalışatım ama nafile. Zıpzıpın ne kadar kibar “heyt” dediğimi söylemiyorum bile.  Kısacası sınıfta kaldık,, bizim heyt ile koyunlar değil anca dağlarda hoplaya zıplaya koşan Heidi halaya çağrılır anlayacağınız.  


Yolda yavaş yavaş azaldı ve sol tarafta kocaman Yazılıkaya Midas anıtını görmeye başladık. Anıtın hemen altına kurulmuş köyden içeri girip, arabayı konuklar için ayrılmış otoparka yerleştirdik. Hava da bol oksijen, etrafta bol bol bazen möölemeleri ile Şefikayı zıplatan inekler vardı. Yoksa yeni bir zıpzıp adayı mı var? Şirin köy sokağından yavaş yavaş geçtikten sonra kendimizi Yazılıkaya Ören yerinin hemen önündeki Yazılıkaya Kütüphanesi bahçesinde bulduk. Araba kullanmaktan kaynaklanan stres ve yorgunluğun sırt ve midemde yarattığı huzursuzluğun en azından mide kısmını çözüme kavuşturmak amacıyla kütüphane bahçesindeki bankalarda yemek molası vermeyi önerdim. Neyse ki önerim konseyden geçti de beynime azıcık kan gitti.
Hapur hupur sırt çantalarını dolduran yemekleri mideye götürürken,  bir anda dibimizdeki kaldırımda biri bitti. Kızlar mızlar derken öğrendik ki Veysel Bey hem Yazılıkaya köyünün muhtarı hem de Yazılıkaya ören yerinin görevlisi imiş. Bize güzel güzel anlattı oraları ve projelerini. Hem de fotoğraflarımızı çekti bol bol, en çok benim makineyi beğenerek. Aha işte makine o dedi benimkine bakarak.  Ören yeri oldukça dağlık, isminden de belli olduğu gibi. Bol bol inişler çıkışlar var...Tüm alanı  dolanmak isterseniz 2 saat gibi bir süre de trekking yapmış gibi olabilirsiniz. Yukarılara çıkıp  Frigya Vadisinin manzarasını seyretmek de çok güzel.


Bilgi görgü böcüğü: Dağlık Frigya’da bir çok uygarlık yaşamış. Frigler, Hititler, Bizanslılar.. Anıtlar Friglere ait olduğu için sanırım Friglerle anılıyor buralar. Bilinen ilk kralları Gordion. En meşhur kral ise Polatlı Gordion’da mezarı bulunan Midas. Büyük İskender’in Helenizm politikası ile tarihten siliniyor Frigler. En dikkatimi çeken ise özellikleri bugünün tekniği ile yarışan mobilyaları...
Uzaktan bile heybeti belli olan,köy manzaralı olan Yazılıkaya Midas anıtı.  Frigya denilince Midas denilir biliyorsunuz, Midasla ilgili efsaneleri ve bilgileri Gordion gezisi gerçekleşirse o yazıya saklamaya karar verdim. Yanlış bilmiyorsam dünyanın en büyük sağlam kalmış anıtı. Sadece açık havanın tahribatları ile karşı karşıya olması anıtın ömrünü ne kadar kısaltıyor onu bilmiyorum. Anıtın yan kısımlarındaki yazılarda hala görülebiliyor. Zamanında Frigler bu anıtın önünde dini törenler gerçekleştirerek dağlarda ve çıplak bölgelerde yaşadığına inandıkları ana tanrıça Kibele’ye tapınırlarmış.



Hemen anıtın yanında Kapadokya’da görmeye alıştığımız sahnelere uygun bir doğal yapı var. Buraya Kırkgöz kale deniyor. Burayı zamanında Hristiyanlar kullanmışlar yine mağara yaşamı burada da devam etmiş. Kayaya yan taraftan bakışta bir insan silüeti gözleri kamaştırıyor.



Sonra yoldan yürümeye devam edince de solda bitmemiş anıt ya da Küçük Yazılıkaya çıkıyor. Bu anıt da yapılmaya başlanmış ama mimari hata fark edilince yarım bırakılmış. Devam ettikçe karşımıza kaya mezarları, devasa sarnıçlar, yerleşim yerlerinin yosun tutmuş kalıntıları çıkıyor.
Yazılıkaya Midas Anıtının hemen yanındaki kayalarda da eski dönemden ve Hristiyanlık döneminden kalma mağara yaşantılarını tırmana tırmana görmek mümkün. Zira zıpzıp tutturdu tırmanacağım diye..






Karşı dağlardan da gözetleme amaçlı kullanılan Doğanlı kale gözüküyor ama biz oralara kadar gidemedik. Çünkü artık dağ tepe in dolaş, rüzgarı ye derken üşümüş ve yorulmuştuk. Köye inip bize dönünce sıcak çay hazırlamaya söz veren otoparkın yanındaki mekanı işleten ablamızın yanına vardık. Yanında da yöresel Hıçın böreği. Börek güzeldi , sıcak olsaydı eminim tadından yenmeyecekti.

Gezmeyi planladığımız diğer bir anıta Gerdekkaya’ya gitmeye karar verdik bizde. Arabaya atladık. Hava da ısınmaya başlamıştı. Her yerde kahverengi levhalar var vadide. Nasıl bir tarihi alan içinde olduğumuzu siz anlayın.
Ve içinde birçok mezarın bulunduğu Gerdekkaya’ya son model off road tekniklerimi göstererek kızları götürdüm. Ve buralarda kırmızı beyaz işaretlemeler görünce anladım ki yavaş yavaş başlamış trekking aktiviteleri civarda. Hem zaten gördük yürüyüşçü grupları gün içinde. Avusturyalı bir aile bile gördük Ören yerini görmeye gelmiş. Biz burnumuzun dibindeki hazineyi anca fark ettik, adamlar gelmiş deee Avusturya’dan.  Ayıp bize …
Gerdekkaya’nın da önünde hoplayıp, zıpladıktan sonra artık zaman daraldığı için yollara düşme zamanı gelmişti. Bol oksijen, bol yürüyüş bizi bayağı yormuştu sanki.  Gün boyu bizim kulaklarımızı tırmalayan bazen korkutan gök  gürültüsünün  gün içinde hiç bizi sulamamış olmasına sevine sevine evlere döndük. Beni bu kadar ne yordu anlamadım ki,, yoksa araba kullanmak mı?
Eskişehir civarındaki herkese bir günde rahat rahat gezilebilecek, bol bol oksijen alınabilecek Yazılıkaya’yı şiddetle tavsiye ederiz….




2 yorum:

  1. Fotoğraflar bir harika, bence yarışmaya katılabilirmişsin.
    Bu arada kim bu zıpzıp?
    Tanıyor muyum? ;)

    YanıtlaSil