Dört kız toplandık,
erkenden yola çıkarak Ankara’ya çok yakın Dağlık Frigya’yı keşfetmeye yola
çıktık. Bizim mavi boncuk tüplü arabamla ilk defa yanımda T olmadan çıkacağım
uzun yolculuk hiç de o kadar zor gelmedi. Dönüşte direksiyona Zıpzıpın geçtiğini
saymazsak.
Aslında Ankara’ya bu
kadar yakın bir arkeolojik bir hazine var ama bunun bile farkında değiliz. Daha
ben Gordion’a bile gitmedim düşünün.
Frigya vadisi Eskişehir, Afyon ve Kütahya sınırlarında geniş bir alanda
yer alıyor. Bu büyük alan turizme kazandırılmak için çeşitli aktivitelerle
destekleniyor. Trekking için işaretlemeler yapılıyor, daha çok insanın ilgisini
çekebilmek amacıyla her sene fotoğraf yarışmaları düzenleniyor. İtiraf ediyorum
ben de bir fotoğraf yarışması ilanıyla buranın farkına vardım ve kızları ikna
ettim gitmek için. Hoş yarışmaya katılmadım ama çok güzel bir gün geçirip
sadece tarih derslerinde İç Anadolu’da yaşamış uygarlıklar olarak Frigleri
saymakla kalmış olan az bilgimi bol bol genişlettim. Bu bilgileri de size ara
ara bilgi görgü böcüğü seve seve verecek. Bu arada Frigya vadisi ile ilgili
olarak birçok bilgiye ulaşabileceğiniz resmi site http://www.frigvadisi.org/ bu linktedir efenim. Biz de bol bol faydalandık.
Nasıl giderim derseniz,
Ankara’dan gidecekseniz en güzel yol arabayla gitmek. Bizim gibi arkadaş grubu
ile zevkli olacağını düşünüyorum. Biz en çok anıtın bulunduğu Eskişehir’deki
Yazılıkaya gittik. Afyon ve Kütahya bir sonraki maceraya kaldı. Eskişehir yolundan
dümdüz gittik. Ankara, Temelli, Polatlı, Sivrihisarı da dümdüz geçtikten sonra
Çifteler kavşağından karşı tarafa geçtik. Neyse ki oralarda bol bol kahverengi
levhalar vardı da yolumuzu çok kolay bulduk. Dümdüz sakin yer yer köy yolu
olabilen ama güzel yollardan geçtik. Sadece büyük yerleşim bölgesi olarak mavi
minareli camileri ile dikkatimizi çeken Çifteler kasabasından geçtik. Onun
dışında gelişli gidişli bazen virajlı ama nispeten düz yollarda tarlaların,
kuzuların arasından geçtik. Hava bir sıcak bir soğuk olurken yağmur bulutları
bizle yarışıyordu. Güneş bazen yağmur bulutlarını ittirip dursa da bulutların
çok iddialı olduğu Martın son gününde uçsuz bucaksız gözüken tarlaların
üzerinde bulutlar ve güneş el birliği ile sanki desenler çiziyorlardı. Bol bol koyunun kuzunun
meleştiği, çobanlarının güler yüzleri ile bize habire bize el salladığı,
ağaçların fazla sıkıntıya gelmeden özgür özgür seyrekçe yerleştiği bu Frigya
vadisi ilerleyen saatlerde kulaklarımızı çınlatan gök gürültülerine, tepelerde
rüzgar uğultularına rağmen bize kendisini çok sevdirdi.
Yollarda zıpzıp ve ben Karaağaç
köyünden Kamil çoban ile muhabbet ettik. Kamil amca bol bol civardan, okutup
şehirlere gönderdiği çocuklarından bir de benim bir türlü sevmeyi beceremediğim
koyunlarından bahsetti. Ben koyunları ne
kadar sevmek isteyip yanlarına atılsam koyunlar 100 metre maratona çıkar gibi
kaçıştılar. Taklit ettim Kamil çobanı, ben de gırtlaktan “Heyyyt” demeye
çalışatım ama nafile. Zıpzıpın ne kadar kibar “heyt” dediğimi söylemiyorum
bile. Kısacası sınıfta kaldık,, bizim
heyt ile koyunlar değil anca dağlarda hoplaya zıplaya koşan Heidi halaya
çağrılır anlayacağınız.
Yolda yavaş yavaş azaldı
ve sol tarafta kocaman Yazılıkaya Midas anıtını görmeye başladık. Anıtın hemen
altına kurulmuş köyden içeri girip, arabayı konuklar için ayrılmış otoparka
yerleştirdik. Hava da bol oksijen, etrafta bol bol bazen möölemeleri ile
Şefikayı zıplatan inekler vardı. Yoksa yeni bir zıpzıp adayı mı var? Şirin köy
sokağından yavaş yavaş geçtikten sonra kendimizi Yazılıkaya Ören yerinin hemen
önündeki Yazılıkaya Kütüphanesi bahçesinde bulduk. Araba kullanmaktan
kaynaklanan stres ve yorgunluğun sırt ve midemde yarattığı huzursuzluğun en
azından mide kısmını çözüme kavuşturmak amacıyla kütüphane bahçesindeki bankalarda
yemek molası vermeyi önerdim. Neyse ki önerim konseyden geçti de beynime azıcık
kan gitti.
Hapur hupur sırt
çantalarını dolduran yemekleri mideye götürürken, bir anda dibimizdeki kaldırımda biri bitti.
Kızlar mızlar derken öğrendik ki Veysel Bey hem Yazılıkaya köyünün muhtarı hem
de Yazılıkaya ören yerinin görevlisi imiş. Bize güzel güzel anlattı oraları ve
projelerini. Hem de fotoğraflarımızı çekti bol bol, en çok benim makineyi
beğenerek. Aha işte makine o dedi benimkine bakarak. Ören yeri oldukça dağlık, isminden de belli
olduğu gibi. Bol bol inişler çıkışlar var...Tüm alanı dolanmak isterseniz 2 saat gibi bir süre de
trekking yapmış gibi olabilirsiniz. Yukarılara çıkıp Frigya Vadisinin manzarasını seyretmek de çok
güzel.
Bilgi görgü böcüğü:
Dağlık Frigya’da bir çok uygarlık yaşamış. Frigler, Hititler, Bizanslılar.. Anıtlar
Friglere ait olduğu için sanırım Friglerle anılıyor buralar. Bilinen ilk
kralları Gordion. En meşhur kral ise Polatlı Gordion’da mezarı bulunan Midas.
Büyük İskender’in Helenizm politikası ile tarihten siliniyor Frigler. En dikkatimi
çeken ise özellikleri bugünün tekniği ile yarışan mobilyaları...
Uzaktan bile heybeti belli olan,köy manzaralı olan Yazılıkaya
Midas anıtı. Frigya denilince Midas
denilir biliyorsunuz, Midasla ilgili efsaneleri ve bilgileri Gordion gezisi
gerçekleşirse o yazıya saklamaya karar verdim. Yanlış bilmiyorsam dünyanın en
büyük sağlam kalmış anıtı. Sadece açık havanın tahribatları ile karşı karşıya
olması anıtın ömrünü ne kadar kısaltıyor onu bilmiyorum. Anıtın yan kısımlarındaki
yazılarda hala görülebiliyor. Zamanında Frigler bu anıtın önünde dini törenler
gerçekleştirerek dağlarda ve çıplak bölgelerde yaşadığına inandıkları ana
tanrıça Kibele’ye tapınırlarmış.
Hemen anıtın yanında
Kapadokya’da görmeye alıştığımız sahnelere uygun bir doğal yapı var. Buraya
Kırkgöz kale deniyor. Burayı zamanında Hristiyanlar kullanmışlar yine mağara
yaşamı burada da devam etmiş. Kayaya yan taraftan bakışta bir insan silüeti
gözleri kamaştırıyor.
Sonra yoldan yürümeye
devam edince de solda bitmemiş anıt ya da Küçük Yazılıkaya çıkıyor. Bu anıt da
yapılmaya başlanmış ama mimari hata fark edilince yarım bırakılmış. Devam ettikçe
karşımıza kaya mezarları, devasa sarnıçlar, yerleşim yerlerinin yosun tutmuş
kalıntıları çıkıyor.
Yazılıkaya Midas Anıtının
hemen yanındaki kayalarda da eski dönemden ve Hristiyanlık döneminden kalma mağara
yaşantılarını tırmana tırmana görmek mümkün. Zira zıpzıp tutturdu tırmanacağım
diye..
Karşı dağlardan da
gözetleme amaçlı kullanılan Doğanlı kale gözüküyor ama biz oralara kadar
gidemedik. Çünkü artık dağ tepe in dolaş, rüzgarı ye derken üşümüş ve
yorulmuştuk. Köye inip bize dönünce sıcak çay hazırlamaya söz veren otoparkın
yanındaki mekanı işleten ablamızın yanına vardık. Yanında da yöresel Hıçın
böreği. Börek güzeldi , sıcak olsaydı eminim tadından yenmeyecekti.
Gezmeyi planladığımız
diğer bir anıta Gerdekkaya’ya gitmeye karar verdik bizde. Arabaya atladık. Hava
da ısınmaya başlamıştı. Her yerde kahverengi levhalar var vadide. Nasıl bir
tarihi alan içinde olduğumuzu siz anlayın.
Ve içinde birçok mezarın
bulunduğu Gerdekkaya’ya son model off road tekniklerimi göstererek kızları
götürdüm. Ve buralarda kırmızı beyaz işaretlemeler görünce anladım ki yavaş
yavaş başlamış trekking aktiviteleri civarda. Hem zaten gördük yürüyüşçü
grupları gün içinde. Avusturyalı bir aile bile gördük Ören yerini görmeye
gelmiş. Biz burnumuzun dibindeki hazineyi anca fark ettik, adamlar gelmiş deee
Avusturya’dan. Ayıp bize …
Gerdekkaya’nın da önünde
hoplayıp, zıpladıktan sonra artık zaman daraldığı için yollara düşme zamanı
gelmişti. Bol oksijen, bol yürüyüş bizi bayağı yormuştu sanki. Gün boyu bizim kulaklarımızı tırmalayan bazen
korkutan gök gürültüsünün gün içinde hiç bizi sulamamış olmasına sevine
sevine evlere döndük. Beni bu kadar ne yordu anlamadım ki,, yoksa araba
kullanmak mı?
Eskişehir civarındaki
herkese bir günde rahat rahat gezilebilecek, bol bol oksijen alınabilecek Yazılıkaya’yı
şiddetle tavsiye ederiz….
Fotoğraflar bir harika, bence yarışmaya katılabilirmişsin.
YanıtlaSilBu arada kim bu zıpzıp?
Tanıyor muyum? ;)
:)) bilmem ki kim acaba?
Sil