Bozcaada’dan az hüzünlü bol huzurlu ayrılırken, hemen iskele
yakınındaki satıcılardan küçük bir domates reçeli kaptım. T pek sevmedi ama ben
kökeni Girit’ten gelen komşumuz Şüküfe teyzemin yaptığı muhteşem reçeli
hatırlayıp, yine benzerini bulabilir miyim acaba diye kaptım. Umarım güzeldir
daha tadamadım.
Feribottan inip yaklaşık 1 saat sonra önce Assos Kadırga
Koyuna ulaştık. Hemen girişteki Asos Park Otel’e beğenip hemen yerleştik. Otel
güzel temiz, plaja çok yakın.. havuzu ve gün içinde gayet güzel zaman
geçirebileceğiniz ağaçlık alanı da var. Odalar da hem geniş hem ferah olması
ile bize kendini sevdirdi. Balkondan dışarı çıkınca dışarıda zeytin ağaçlarının
gölgesinde olmak çok güzeldi. Bu arada akşam yemeği de iyiydi otelin. Kısacası
mevsimden ötürü cebimizi de çok yakmadığı için hem otelden hem de sessiz sakin
Kadırga koyundan çok memnun kaldık. Oteldekiler Asos’un aşır meşhur yeri antik
iskele ve antik kentte gezmek için 2-3 saat size yeter deyince biz de kendimizi
hemen denize attık.
Kadırga koyunun plajı oldukça uzun, plaj boyunca yeme içme
için mekanlar ve oteller sıralanmış. Deniz de taşlık, çabuk da derinleşiyor.
Bazı oteller plajlarına atlamak için iskele de koymuşlar. Deniz çok soğuktur
diye bizi boşuna korkutmuşlar, çok hafif dalgalı deniz Eylül ayında gayet
güzeldi. Ama ben soğuk denize girmeye alıştım ona göre. Çıkınca hafif esen
sıcak rüzgar da şezlonga iyice yapışmamıza neden oluyordu. Ama en güzeli ise
Yahya Usta’nın dondurması idi. Asos’un birçok yerinde var bu adamın dondurmaları,
üzerinde de hep gazetelere çıkmış meşhur Asos dondurması yazıyor. Ben aslında
yemeden önce bilmiyordum bu durumu çünkü kuzey Ege’de her şey herkes meşhur:
meşhur Cunda dondurması, meşhur Asos balıkçısı, meşhur Ayvalık zeytini vırt da
vırt.. Herkes mi meşhur arkadaşım burada. Her neyse akşam fark ettim ki Asos’Ta 2 adet ana dondurmacı var. Rakipler. Yahya usta ve Ali usta… belki
de kardeştirler, belki de eskiden en sıkı pampa...onu bilemeyiz ama şimdi en
sıkı rakipler.
Neyse ben bilmeden Yahya Usta’nın dondurmasını yedim ya
bayıldım… o karadutla damla sakızı nasıl bir sentezdi? Bayıldım... etraftaki
zeytinler bile gözüme görünmedi… öyle güzel dondurma .. yanlış anlaşılmasın tam
bana göre fazla tatlı değil kıvamında… ah neredeyse en sevdiğim Ankara Yenimahalle
Vardar dondurmamı bile unutturdu bana. Kısacası ila ki yenilesi bir dondurma bu
Yahya amcanın dondurması. Ali ustayı
maalesef tadamadım.
Hemen
üstümüzü giyinip gün batımına kadar Assos Behramkale ve antik iskeleyi gezelim
dedik. Kadırga koyuna çok yakın antik kent ve civarındaki yerleşim birimi
yaklaşık 4 km. Neyse gittik Behramkale’ye. Ortalıkta hiç tabela yok orada
tarihi eser olduğuna dair. Çeşmenin yanına park edip, kekik kokulu sokaklarla
dolu taş evlerle dolu yokuşu çıkıyorsunuz. Yine hiç tabela yok ortalıkta,
burnunuz iyi koku alacak. Tepeye çıkıyorsunuz Apollon tapınağı (saat 7’de
kapanıyor, yazın gün batımı seyredilmez, müze kart geçerli ya da 2013 tam giriş
fiyatı 8 tl) heybetli bir şekilde dağın tepesinden bir yandan denize dimdik,
bir yandan da yemyeşil zeytin kokulu ormana bakıyor. Gün batımını izlemek çok zevkli
Apollon tapınağında. Ta bu tepelere nasıl dikmişler böyle bir güzelliği diyor
insan. Küfür küfür esiyor, ayaklarınızın altında mükemmel bir güzellik burnunuz
da zeytin, limon, kekik kokusu. Bir taraf yemyeşil, bir taraf masmavi. Güneş bile zor ayrılıyor bu
güzellikten her gün görmesine rağmen.
Güzelliğin fotolarını koyuyorum buraya… çıkıyoruz
tapınaktan.. Taa tapınağın yapıldığı milattan önce zamanlardan kaldığına
neredeyse emin olduğumuz taş sokaklardan iniyoruz, sağlı sollu taş evler. Asos
ve civarında güney Ege’de olduğu gibi kireç badanalı evlere değil daha çok
kahverengi taş evlere rastlıyoruz, çünkü o civarda taş çıkarılıyormuş.
Dolayısıyla evler dışarıdan görsel olarak çok güzel ve ormanla çok uyumlu
gözüküyor. Demek ki Asos’ta tapınağa çıkarken yolları sora sora ve iyi
ayakkabıyla çıkmanız önerilir. Hiçbir yerde tabela da olmaması cabası.
Arabayla hoplaya zıplaya iniyoruz,, yollar taştan
asfaltlanmamış,, antik iskele ve meşhur Asos’a doğru yol alıyoruz. Yol çok dar
ve tek tarafı uçurum… çok dikkatli gitmek gerekiyor. İki normal araba yan yana
kıl payı geçiyor, inerken sol tarafımızda antik tiyatro ve nekropolu görüyoruz
ama gün batacak fazla zaman kaybetmeyelim. Hele bu dar yolda gece gece gitmeye
gerek yok. Kıyıya iniyoruz antik iskele denilen yere uşalıyoruz (hala antik
iskele hangisi anlayamadım tahmin edersiniz yine tabela yok). Kıyı boyunca
balık lokantalarının sıralandığı, küçücük bir mekan Asos, beklediğimden daha da
küçük. Çok fazla yürünüp gezilecek yeri de yok buranın. Biraz Gümüşlük biraz
Selimiye ama taş evler daha farklı bir hava veriyor buraya orası kesin. Denize
girmek için oteller hep denizin üzerine tahtadan iskeleler yapmışlar. Hava
kararmakta ve esmekte idi. Tahmin edersiniz ki denizde sadece deniz canlıları
vardı. Çok değil yarım saat geçirdikten sonra orada Kadırga koyunun huzur dolu
geniş sahiline atalım kendimizi dedik.
Ya o sabah Kadırga koyundan ayrılmak hiç kolay oldu mu, hayır?
Deniz öyle güzel öyle berraktı ki… hem de ılıktı. 2 kere girdim. Böyle güzel,
berrak deniz görmemiştim uzun zamandır. O kadar temiz ki deniz, balık sürüsü
bile kovaladı beni minik minik. Gerçi denizde sabahın köründe tek canlı ben
olduğuma göre ne yapsın balıklar bir beni buldular sabah sporu için. Sonra
başkaları ve T’de geldi de biraz rahatladım peşimdeki şirin yaratıklardan. Ama yerliler dedi ki orada deniz hep dalgalı
olurmuş, gün içinde ne olacağı belli olmazmış, bizim şansımıza deniz süpermiş..
Çok şanslıyız desenize,, ,acaba bir daha gidişimizde de o
kadar şanslı olur muyuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder