Telaşsız yaşanmalıdır hayat Bozcada'da.. Bazen masalarda uzun sohbetin kırıntıları bırakılmalı, bazen de rüzgarı arkana alıp kadeh kaldırılmalıdır günbatımına.... Ege denizinin en uç noktasından selam çakılmalıdır, ürkek yolculara..
Mavi boncuk Bozcaada’ya doğru tekerleklerini
çevirdi. Bozcada’nın rüzgarlı
sokaklarında gezmeyi, bağ bozumuna katılmayı, adanın yüzyıllardır devam eden
şarap geleneğini tatmayı hedeflemiştik. Ama herşeyi yapamadık, neden derseniz
tam da yeni alkol yasasının başladığı günlerde adaya girmiştik. Bundan ileriki
satırlarda bahsedeceğim önce Bozcaada’ya nasıl gittik biraz ondan bahsedeyim.
Adaya Çanakkale merkezden (günün erken
saatlerinden, sefer sayısı çok az) ya da Geyikli iskelesinden (gün içinde bir
çok sefer var) feribotla geçilebilir. Bu arada Gökçeada’dan da feribotlar
varmış. Saatler her sene değiştiği için ilgili internet sitelerinden takip
edilebilir.
Geyikli iskelesine ulaşmak da merkezden
yaklaşık 1 saat sürüyor. İster direk Geyikli’ye, ister bağların bahçelerin
arasından rüzgar gülleri manzarası ile. Feribot yolculuğu da yaklaşık yarım
saat sürüyor.
Sizlere bir sabah boyunca bana arkadaşlık eden
fotoğraflarda da gördüğünüz köpecik ile gezdiğimiz sokakların ve kim tarafından
yapıldığı bilinmeyen kale civarının fotoğraflarını koyuyorum. Bozcada'nın da muhtarların kediler ve köpekler olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım.
Sonra da ver elini Cumbalı eski Rum evleri ile
şirin merkezini çevreleyen uçsuz bucaksız üzüm bağlarının üstünde hüküm sürdüğü
Bozcaada… Tam bağ bozumunda geldiğimiz için olmalı her yerde üzüm taşıyan
traktörler vardı. Şehrin içinde bile bulunan şarap fabrikası sağ olsun sokaklar
bile şarap kokuyordu. Bozcada yüzyıllardır var olan şarap mirasını zar zor da
olsun devam ettiriyor. 20 yüzyılın başlarına kadar Rumlar tarafından devam
ettirilen şarapçılık mübadele sonrası Türklere devredilmiş. Bir çok şarap
fabrikası var ama yeni alkol yasası yüzünden tadım yasak, günbatımı bağbozumu
turları iptal, dükkanlar 10’da kapanıyor, satış merkezlerinin pencerelerinin
etrafı kaplanmış ki içeride satış olduğu belli olmasın diye. Turizme oldukça
kötü etki edebilecek ve var olan üreticileri darmaduman edecek bu yasanın
gereksizliği adeta yüzüne vuruyor insanın.
Eylül ayı olması nedeniyle, hafta içi de
olunca kalacak yerler daha uygun fiyatlara bulunabiliyor çünkü ada esnafına
göre sezon bitmiş. Ama aslında sezon yeni başlamış olmalı, hava yumuşacık
rüzgar neredeyse beklentilerimizin dibinde çok güzel. Çok uygun fiyatlı yerler
bulamasak da yaz mevsime göre daha uygun yerler bulunabiliyor Eylül ayında. Biz
Kalais Otel’de kaldık ki. Tam merkezde eski Rum mahallesinde kalan bu butik
otel, odaları biraz küçük olsa da temizliği, güzel kahvaltısı, merkeze
yakınlığı ve hoş dekorasyonu ile bizi memnun etti. Ama bağ evinde kalmak
istenirse merkez dışında da bir çok mekan var, araba olursa tabii ki buralarla
merkez ulaşımı sağlanabilir.
Bozcaada’nın sokakları çok güzel, Cumbalı eski
huzurlu evlerle dolu sokakların bir kısmı akşama doğru yerlilerin çekirdek seslerini,
kahkahalarını konuk ederken, sahile daha yakın olanlar ise rengarenk süslü
meyhaneleri ve buradaki hoş sohbetleri konuk ediyor. Ama lezzetler konusunda
şüphelerim var. Ya da lezzet-fiyat dengesi konusunda. Hazır konuya girmişken
yeme içmeden bahsedeyim. Sanırım sezon bittiği için restoranlar mezeleri az
yapmış. Bir de mezeler oldukça pahalı idi. Açıkçası küçücük tabaklara 10 lira
civarı fiyat vermek bize biraz fazla geldi. Biz bir akşam Kapı 14 adlı
restoranda yedik. Güzeldi mezeler ama öyle abartılacak güzellikte değildi
açıkçası. Bozcaada’ya giderseniz ve bir meyhaneye oturursanız sadece mezeler ve
2 kadeh şaraba bile oldukça yüksek fiyatlar ödemeye hazır olun, ana yemek bile
yemeye fırsat kalmadan. O civarda bir sürü meyhane de göz kırptı bize ama zaten
2 gece kalacaktık, hem de bütçeyi çok yormaya gerek yoktu. Ama
yine de daha uygun yerler var tabii arabanız varsa, merkezden biraz dışarda
olsa da Tayyare pizza, gayet güzel pizzaları ve hoş dekorasyonu ile bize
kendini sevdirdi. Zaten uçak temalı
mekanı görünce uçmaya bayılan T kendinden geçti. Rakı-balık arası vermek için
çok ideal. Ayazma plajının hemen yanındaki restoranlardan da Vahit’in yeri ise
nispeten daha iyi ve uygun mezeleri ile denize karşı püfür püfür zaman
geçirilebilecek bir yer. Bir de hemen merkezde Şükrü Usta’nın yerinde cebinizi
üzmeyecek ev yemekleri yiyebilirsiniz. Akşam
10dan sonra gidince pek yemek kalmamıştı, çorba içtik. İşkembeler biraz daha
küçük doğransa daha iyi çorba içebilirdim ama T memnun kaldı mercimek çorbasından.
Bir de sakızlı kurabiyeleri ile ünlü Çiçek
pastanesi var ki bence o ünü hak etmiş. Kurabiyelerini kurabiyeden fazla
hoşlanmaz biri olarak çok sevdim, hala yiyorum. Ama çok doyurucular haberiniz
olsun. Aynı pastanenin sahile yakın dondurmacısındaki dondurmaları ise biraz
pahalı, normal lezzetli bulup eski çocukluğumuzun külahlarında verilmesi hayal
kırklığı yarattı. Hani o külahlar daha az lezzetli ve cazibelidir, kahverengi
taze külahlara göre. Hani 2 top alırsan o külahlardan verirlerde, 3 top dondurma
alırsan öbür külahtan verirler, çok yemek ayrıcalıkmış gibi. İskeleye sıra sıra
bakan kafelerden Rıhtım kafenin ise biz şezlonglarda rahat rahat yatarken
sundukları Türk kahvesi oldukça süslü idi. Kahvenin su, damla sakızlı lokum,
acı badem likörü ile sunumu harikaydı da o yanındaki püro da neydi. İçmiyoruz
ki, tıpış geri. Tabi böyle süslü kahvenin fiyatı da 7,5 lira civarı olur. Yine
de keyfi güzeldi.
Ee tabii ki sokaklarda salınmaktan başka
şeyler de var Bozcaada’da yapılacak. Mesela Ayazma plajında buz gibi sularla
tanışmak. Aslında birçok koy var adada
ama en güzel kumu, plajı olan yer Ayazma imiş. Bir de tesisler var etrafta,
denize girince insan çok acıkır ya. Ayrıca adalı birinden öğrendiğimiz
kadarıyla deniz kestanesi diğer koylarda çok oluyormuş, dikkat etmek gerekmiş.
Ayazma plajı gerçekten güzel bir plaj, çok tesis var tepede, duş da var,
şemsiye ve kuru şezlonglar mindersiz 5er lira. T’nin kemikli vücudu bu durumu
sevmedi tabii, benim en azından birkaç hava yastığım var kurtarıcı niyetine.
Denizine gelince dümdüz yeşil sulara kumlar eşlik ediyor denizin dibinde. Rahat
yürünüyor, ne erken ne geç derinleşiyor deniz, yürüme seviyesi makul
seviyelerde. Üstelik yazı bilmem ama Eylülde deniz Bodrumun yaz denizinden çok
da soğuk değildi. Yani elimiz ayağımız kesilmedi soğuktan. Eylülde deniz
ısınıyormuş da ondanmış diyorlar ama bir gidip görmek var.
Sonra aracınız varsa Toscana ile bence yarışır
güzellikteki üzüm bağlarını ve bağları süsleyen şık taş evleri tekerlek yavaş
yavaş dönerken izlemek gerek. Çamlıbağ şarapçılığın her sene düzenlediği
bağbozumu turları maalesef alkol yasası ile anlamsızlaştığı için iptal edilmiş.
Ama başka bir günbatımı efsanesi var adada. Adanın tam diğer ucunda rüzgar
güllerinin bulunduğu bölgede içki eşliğinde günbatımı izlemek adet olmuş.
Gerçekten güzel bir manzara, hem kızaran güneş, hem ege denizini geçen gemiler
hem de tıkır tıkır dönen rüzgar güllerini izlemek çok güzel. Yolu biraz kötü
bir ucunda da Polente feneri var alanın, araba yolundan sonra biraz yürümek
gerekiyor. Ya da yasak olan rüzgar güllerinin önünden de gidilebilir, biz oraya
gittiğimizde o yol kapalıydı. Bu alanda arabaları park ettikten sonra rüzgar güllerine
doğru yürüyüp gün batımını beklemek de çok eğlenceli. Zaten erken gidip arabayı
park edip yürürseniz dönüşte birçok arabanın,(şehirden dolmuş da geliyor)
geldiğini, herkesin şarapları, biraları, kadehleri ile gün batımına hazır
beklediğini göreceksiniz. Sezon olmadığı halde bu kadar kalabalıksa gün batımı
festivali kim bilir sezonda nasıl. Öyle böyle güzel bir etkinlik, rüzgar
güllerinin olması ortama çok hoş bir hava katıyor. Keşke bu temiz ve görsel
enerji kaynaklarından daha çok yararlanılsa, Türkiye’de bu kadar rüzgar
potansiyeli varken. Daha çok daha çok olmalı.
Çanakkale, Bozcaada, Balıkesir civarlarında çok gördük bu rüzgar güllerinden,
İzmir civarında da çok olduğunu biliyorum. Umarım nükleer enerji saplantısından
vazgeçilir ve ülkemiz bu temiz enerjiye daha çok yönelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder