Hafta sonu aile ziyaretinden sonra çıktık İstanbul’dan
Çanakkale’ye. Sallana sallana yapılan kahvaltı sonrası 10 buçukta yola çıkınca
sandık ki 3 saate oralardayız. Nerdeee? Beklediğimden daha kuru Tekirdağ
yolları neyse ki sonra sonra Çanakkale sınırlarında yeşillenmeye başladı. Yollar
da güzeldi, birkaç yol çalışması dışında. Yine de ağır aksak, zırt pırt
ayran-tuvalet molası veren biz ancak 4’e doğru varabildik Gelibolu adasına. Bir
de yollarda nedense Tekirdağ köfteyi de yakalayamadık hemen tesisler bitiverdi
halbu ki T bir köfte yer diye düşünmüştüm, yoksa ev köftesi hariç köfteyle pek
işim olmaz. Sıra sıra ilerleyen süt ürünleri cennetinin peynircilerinden
birinde Ünal peynircilikte tost yiyip
yayık ayranı içtik biz de yerine. Köfte
bulamazsan, peynirli tost yersin. Yayık ayranı tam ağzıma layıktı yalnız
belirtmeden edemeyeceğim.
Yarım adaya vardık ama saftirik biz zannediyoruz ki
şehitliklerin hepsi bir arada. Yol sorduğumuz sebzeci amca elimize bir sürü
yeri işaretli ada haritasını gösterene kadar bu durumdan haberimiz yoktu. Biz
de ana tanıtım merkezine gidelim dedik, dedik ama merkezde seyirci olduğumuz
tartışmadan da hemen apar topar kaçtık. Şehitliklere gelen bir kişi tanıtım
merkezinde kendisine ayarlanan rehberden şikayet ediyordu. Söyle bir gerçek var
ki, ileriki dakikalarda keşfettik. Şehitlikler çok büyük alana yayılmış, çoğuna
araçla gidilmesi gerekiyor. Ancak ortalıkta ne bir rehber otobüs var ne de
araçsız gelenlere alternatif ulaşım sağlayacak bir oluşum. Dolayısıyla ya kendi
arabanızla gelecek, ya da özel bir tur ayarlayacaksınız. Bunu çok büyük bir
eksiklik olduğunu düşündük. Ayrıca şehitliklikleri, heykelleri, anıtları da dur
kalk dur kalk diye gezmek de en az 3-4 saat alıyor. O yüzden akşama çok
kalmamalı, çünkü yarımada gece çok ıssızlaşıyor. Demek ki neymiş? Adayı
gezebilmek için ya kendi aracınızı alın ya da Çanakkale merkezden tur
kiralayın. Yoksa ulaşım neredeyse 0, gezilecek bölgeler arasında. Gezme süresi uzun sürebileceği için
zamanınızı iyi ayarlayın. Eylül de gezmek çok güzeldi. Hava lıkır lıkır oluyor,
sıcaklarda gezmek zor olabilir, haberiniz olsun.
Tanıtım merkezindeki tatsız durumdan sonra kendimizi
simülasyon merkezine atıp saat 5’te başlayıp yaklaşık 1 saat süren son simülasyon
seansına kendimizi attık. 11 farklı odada, dekorlar eşliğinde Çanakkale savaşını
anlatan olayları, anıları izleyip gözyaşlarınızı tutmanız mümkün değil. Simulasyon odaları güzel olsa da Çanakkale savaşının
kaderini değiştiren Ulu Önderimizden daha sık bahsedilmesini beklerdim. Son oda
hakkında ise yorum yapmak istemiyorum, herkesin kendi yorumuna bırakılmıştır.
Arabamıza atlıyoruz, Anzak şehitlikleri, 57. Alay şehitliği,
Conk bayırı, Cesaret tepesi, Atatürk’ün göğsünden vurulup el saati sayesinde
kurtulduğu tepe, birçok diğer anıt, şehitlik ve heykelleri sıra sıra geziyoruz.
Çanakkale’nin meşhur deli rüzgarı o gün nadasa çekilmiş, hava limonata gibi.
Ege denizi tüm muhteşemliği ile ayaklarımızın altında boylu boyunca uzanıyor.
Çam kokusu burnumuzda, gün batıyor yavaş yavaş. Kahramanlık destanının tam
merkezindeyiz, siperlerin çoğu korunmuş. Hem hüzünleniyor, hem de gururlanıyoruz.
Sonra da Çanakkale boğazında görkemiyle yer alan sonsuza kadar orada durup
“Çanakkale geçilmez” diyecek büyük abideye gidiyoruz. Gün battı artık, hafif
hafif ışıklandırmalar başlıyor abidede, Türk bayrağı gümbür gümbür dalgalanıyor
tepede. Sesi kulağımızda bayrağın, bir yandan da aklımda Atatürk’ün uzak memleketlerden gelip burada can veren
askerler için dediği muhteşem sözü:
“Bu memleketin toprakları
üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun
koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı
dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur
içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten
sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Artık dönme zamanı, Çanakkale şehitliklerini görmeden
dönmemek gerekiyor ki attığımız her adım için bu muhteşem topraklarda şükredelim, orada gencecik canını veren dedelerimizi, gazilerimizi,kahramanlarımızı
unutmayalım.
Hava o kadar karardı ki artık Çanakkale boğazını geçmek
zamanı gelmişti. Kapkaranlık yollardan geçerek Kilitbahir’e ulaştık. Akşam
ışığıyla oldukça hoş gözüken kaleyi gezemeden boğazın en kısa yerinden bizi
karşıya yaklaşık 10 dakikada ulaştıracak feribota bindik.
10 dakika sonra ise feribotta idik. Feribottan indiğimiz
caddeden devam edince hemen ileride taş bina öğretmen evine doğru yol aldık, aldık ama otopark olmadığı
için arabayı park etmek için arka sokaklarda otopark aramak zorunda kaldık.
Öğretmen evi taş bina olması ile gayet heybetli dursa da odalardaki çeşit çeşit
mor bizi mahvetti.
Hemen kendimizi sokaklara attık. Merkezde olduğumuz için her
şey ağamızın altında ama yine de saat geç olduğu için oralarda namını
duyduğumuz Sardal-ye’de bir türlü balık ekmek yiyemeyince, dönüp dolaşıp
Balıkça’da sardalye yedik. Çanakkale’de sardalye yenirmiş. Üzerine de meşhur mu
meşhur Çanakkale’nin peynir helvasını öneri üzerine Babalık’ta yiyelim dedik.
Yedik ama herkesin ballandıra ballandıra anlattığı bu tatlıya çok bayılamadık.
Ama üzerindeki sade dondurma iyiydi , helvaya da çok uyumlu olmuştu.
Bu arada Çanakkale kordon boyunca üniversitenin de
katkısıyla barlar-kafelerle dolmuş. Hayal Kahvesi ve Hang Over adlı mekanlar gece 11 buçukta tıklım tıklımdı
ki günlerden Pazartesi. Anlayacağınız havanın çok güzel olmasından mı yoksa her
zaman böyle mi bilemedik, Çanakkale’de hayat geceleri çok renkli.
Ha bu arada kordon boyunca film çekimi sonrası Çanakkale’ye
armağan edilmiş Truva atını ve çok eğlenceli çizgi film kahramanlarından
oyuncakları ve bankları görebilirsiniz.
Şehitlikleri olsun, merkezi olsun Çanakkale görülesi yer…
Bakalım bu cennet ilin gözde adası Bozcaada nasılmış?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder