7 Mart 2011 Pazartesi

Güle güle tatlı Paris..








Paris'in genel olarak havası solunmuş, ününün abartı olmadığı hissedilmişti. Dondurucu soğuklar olmasına rağmen gerek yerli halkı ile gerek Fransızca konuşmaya çabalayan Turistleri ile hayat dolu şehir kendini çok sevdirmişti. Kahramanlarımız bu kalan son yarım günde bir önceki gün kadar tatmin etmeyen başka bir kafede yapılan kahvaltıdan sonra otellerine çok yakın Sacre Coeur'a doğru yokuşu tırmanya başlarlar. Parisin kedisi meşhur galiba yol boyunca cok başarılı kedi figürleri ile dolu bir sürü hediyelik eşya satan mağaza gözlerine çarpıyor. Almamak için zor tutuyorlar kendilerini.

Dondurucu soğukların yerini yağmur aldı. Sacre Coeur tepede olduğu için Paris insanın ayakları altında. Yazın muhteşem bir manzaraya sahipleneceği kesin. Kahramanlarımız kendisinin yine bir Katedral olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrasalar da, havanın puslu yağmurlu olmasına takılmayıp, katedralin etrafındaki Ankara Kalesi'nin civarını andıran sokaklarda dolanıyorlar. Bol bol hediyelik eşya mağazası ve krep başta olmak üzere yemek servisi veren dükkanların yanı sıra ortada bulunan meydanda sokak sanatçıları, ressamlar kabiliyetlerini yarıştırıyorlar.

Yavaş yavaş yokuş aşağı iniyorlar. Burası çok turistik, bol bol hediyelik eşya, ama ortalıkta yan kesici karakteri çizen tiplerden uzak durmak gerektiğinin farkına varan kahramanlarımız fazla takılmadan hızlı adımlarla ana caddelere yol alıyor.

Son bir kez de Moulin Rouge'ün önünde durup bol bol foto çeken turistlere özeniyorlar. Bir foto da bizde olsun. Ama asıl dikkatlerini çeken Kırmızı Değirmen değil, bazı Metro istasyonlarının girişinin Tim Burton filmleri dekorları gibi hafif gerici lambaları dikkatlerini çekiyor.

Yavaş yavaş ayrılma zamanı... Bir de yazın görmek kısmet olur seni umarım Tatlı Paris...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder