


Amsterdam’a yaz gelmiyor :( Tilburg’da buram buram terlediğim günleri bilirim ama kaç kere gittim Amsterdam’a hem de her mevsim...gökyüzünde muhteşem bir güneş bile olsa,, soğuk anacım soğuk.. illaki ısıtacak bir şeyler giymek gerekiyor üstüne. Temmuzda da oraya gidip, içime kat kat kazak giydikten sonra, oho ohoo... Acaba kanallardan mı demiştim, Delft’de soyunduk, acaba deniz kenarı olduğu için mi dedim Den Haag’da okyanus kenarında güneşlendik, hatta Tilburg’da göle girdim ama asla tiril tiril gezebileceğim bir güne rastlayamadım Amsterdam’da.. Neyse hava güneşliyken daha güzel bir şehir, güzel fotoğraflar da çekiliyor.
Anıl geldiğinde Museumplein’e gidip en sonunda müze kartımın azıcık da olsa hakkını verdim. Önce Rijks Müzesine uzun bir sırayı atlatıp girebildik. Büyük sayılabilecek bir müze sayılabilir özellikle de Rembrandt ’ın kocaman eserleri görülmeye değer. Bu arada bu müzede Dutchların Endonezya’dan Brezilya’ya ne kadar çok yeri sömürdüğünü de öğrebilirsiniz. Hatta meşhur ettikleri porselenleri nasıl Çinlilerden kopya çekip, öğrenip ustası olduklarını...Bu müzede dikkatimi çeken şeylerden biri de, eski yönetimde bulunan kişilerin ve ailelerinin ünlü ressamlarca yapılmış resimleri. Hepsi mi hastalıklı gibi bembeyaz olur bu ırkın yahu?
Sonra atladık Van Gogh müzesine. Burası ya Rijks müzesinden daha büyüktü ya da ben açıkınca bana zor geldi. 4 katlı binayı gezmeye başladık ve Van Gogh’un gelişimini... Aslında Van Gogh’un eserleri özellikle de koyu renkleri itibariyle benim biraz içimi bunalttı ama en üst katta sergilen eserlerini görünce çok üzüldüm. Parasızlıktan kağıt bulamayan Van Gogh tamamen kahverengiye boyadığı eski resimlerinin üzerine yeni resimler yapmış. Bu vahim durum değişik teknolojilerle gösteriliyor müzenin en üst katında.
Müzeden çıkınca Museumpleinde bulunan kıpkırmızı IAMSTERDAM heykelinin önünde fotoğraf çekinen turistleri ite kaka Anıl’a yer bulduk fotoğraf için .. Hem de A’nın yanında : ) Bu alanda pırlanta müzesi dahil, ilginizi çekebilecek bir çok müze var. Biz gidemedik ama sizler deneyebilirsiniz. Ama bizim gibi şehrin dokusunu daha çok içinize çekmek istiyorsanız, muhteşem kanalların yanında da yürüyebilirsiniz. Bu müzelerin haricinde Dam meydanında Madame Tussauds da bulunuyor. Girişi yaklaşık 17 euro ve müze kart geçersiz. Şahsen her gün televizyonlarda boy boy gördüğümüz ünlüleri çok görmek istemedim ve girmedim ama herkesin ilgi alanı farklı tabii.
Bu arada kaçırdığım bir başka müzede yine Museumplein’e oldukça yakın olan Heineken Müzesi. Hollandalıların meşhur bira markasının nasıl üretildiğini gösteren ve çeşitli bira tatma imkanları sunan bu müzeye de mutlaka gidilmeli bence, ben 1 yılda bu macerayı kaçırdığım için çok üzüldüm ve arkadaşlarımın fotoğraflarını da görünce çok kıskandım. Tamam itiraf ediyorum çoğu müzeyi kaçırmamın nedeni havanın bahardan itibaren 11’e doğru kararıyor olması (Haziran 21 de inanın 11.45 i gördüm) benim de buna güvenerek akşama doğru yola çıkmam ve hep müze kapanış saatlerini ıskalamam.
Bu arada Anna Frank’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında nasıl barındığını görmek istiyorsanız, evininde bir müze olduğunu belirteyim. Bunu da kaçırdım ama üzüldüm diyemem, çünkü tam savaş biterken yakalanıp öldürülmelerine zaten çok üzülmüştüm tekrar anımsamak istemedim.
Eklemeden geçemiyeceğim. İstasyondan Dam Meydanına yürürken hemen solda sizi Seks Müzesi beklemekte ve gece 11’e kadar açık. Bu müzede de ilginç, absürb şaylerle karşılaşabilirsiniz. Bol bol müstehcen obje, resim var. Ama komik ve eğlenceli bir mekan, mesela Marilyn’nin bu gördüğünüz heykelinin arada etekleri havalanıyor. Çok da pahalı olmayan bu müze de gezilebilir.
Bu müzelerin haricinde yine müze kartın geçerli olmadığı ve Red Light civarında birden fazla olan mariuna müzeleri var. Müzeye gerek yok gerçeğini tatmak isterim derseniz Avrupadan bu deneyimi tatmak için akın akın insanın Amsterdam’a akma nedeni olan coffee shoplara uğrayabilirsiniz. Bu mekanlarda size neşe, üzüntü gibi çeşitli deneyimler yaşatabilecek mantar ve otları kullanabilirsiniz. Bu otların Hollandada evlerde de belli miktarda üretimi serbest ama nasıl denetleniyorlar bu konuda fikrim yok. Ayrıca ufak deneyimlerimden de söyleyebileceğim gibi bu madderler kesinlikle alkolle alınmaması gerek zaten coffee shoplarda alkol satılmıyor. Bildiğim kadarıyla otu her şehirde bulabiliyorsunuz ama mantar her şehirde yok. Mesela Tilburgda mantar satılmıyordu. Bir arkadaşımızdan aldığı bilgi de (bu yöntemi denedim, yerlerde sürünürken bir anda cin gibi oluyorsunuz), bu kötü alışkanlıklar sizi yerlere yapıştırısa hemen tatlı bişeyler (kurabiye, çikolata) yiyiverin kendinize gelirsiniz.
Bu arada sanırım daha önceki yazılarımda yazmayı unuttum ama Amsterdam’da bence mutlaka hemen tren istasyonundan kalkan yatlarda kanal turu yapılmalı. O yamuk yamuk evlere aşağıdan bakmadan ve bir sürü çeşit çeşit kanal evlerini görmeden şehirden ayrılmak yazık olur. Kanal evleri yazın üstünde keyif yaparak güneşlenen insanlarla ve binbir çeşit çiçekle süslenmiş durumda..
Peki biraz önce söyledim, bu evler niye yamuk yamuk?? Hemen açıklayım. Eskiden sanırım vergi çok olduğu için evler küçük yapılırmış ama evlerin girişleri çok küçük olduğu ve medivenlerde eşyaları geçirmek için dar olduğu için eşyalar evlerin dışından içeri sokuluyormuş. Bunun için pencerelerin hemen altlarındaki siyah cisimleri görebilirsiniz eşyaları kaydırmak için kullanılan. Ancak eşyalar zarar gördüğü için evleri eğimli yapmaya başlamışlar, eşyalar daha kolay çıksın diye ama kanallardaki sularda haraket ettikçe evler iyice yamulmaya başlamış. En sonunda bildiğim kadarıyla belediye belli oranda eğimli evlere izin vermiş. Zaten gidince göreceksiniz şehir merkezindeki bir çok ev 1600’lü yıllardan kalma...
Şimdi eski yazılarıma baktım da bu şehir hakkında çok bilgi vermemişim size..ama çok geç olmamalı.Tren istasyonundan çıkılarak yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Genelde her tarafında meydanlar var. En meşhuru ilk karşınıza çıkacak Dam meydanı. Burada müzisyenler, kostum giymiş bir sürü mim sanatçısı bulunmakta. Bu meydandan devam ederseniz çicek pazarına doğru gidip bir sürü çiçekle tanışabilirsiniz.Ama gözünüzde büyütmeyin, çiçek pazarı küçük bir mekan, özellikle de sarı laleler almaya giden Mazhar Alanson hayranları için...Biraz daha ileri giderseniz Reimbrant meydanına ulaşabilirsiniz bir çok dükkanın arasından. Arka sokakların çoğu alışveriş için dükkanlarla dolu. Dam meydanından biraz daha gidip direkt tramway yolundan sağa yürürseniz de biraz önce bahsettiğim Museumplein’e ulaşabilirsiniz. Aynı şekilde Dam meydanından sola dönerseniz de bence şehrin en güzel kanal manzalarının olduğu Red Light District’e varabilirsiniz. Akşama doğru ailelerin de gezebildiği bu mekanda, evlerin pencerelerinden bir çok bayanı görebilirsiniz. Ara sokaklarda bu amaca uygun. Akşam bu mekandaki kanallarda bir sürü kuğu ortaya çıkıp, daha da güzel bi şölen size sunmakta..
Maceraya devam edelim, Anılla yine bol bol yürüdük, kanalların yanında,, çılgın kalabalığa aldırmadan. Red Light’ın hemen yanındaki kilisenin de o civarda çalışanların ödediği vergiler sayesinde finanse edildiğini de öğrenip, bol bol gezdik.. olsun soğuk da olsa sevdim seni Amsterdam..
Yine çok özlüyorum seni Amsterdam.. Önümde arkamda bisikletler, yoldan geçmeye çalışırken kulaklarımı oksayan çın çın tramvay sesi seni de çok özlüyorum. Karış karış gezmeye bayıldığım şehir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder