


İşte yine nereden başlasam nasıl anlatsam bilemediğim bir şehir... Henüz yazmadım ama küçüçük Brugge’den bahsederken oranın nasıl ortacağdan kalma nadide bir parça olduğunu söyleyecek isem,, Prag’ın bu gotik havasıyla bu hissi size çok daha fazla yaşatacağını iddia edebilirim.
Belki de macerama okuldan 3 arkadaş easy jet ile yolculuk yaparak Prag’a Mayısın son günlerinde vardığımızı belirterek başlamalıyım. Aslında böylesi romantik bir şehire neden sevgilimle gitmedim diye çok hayıflansam da, uluslararası bir grupla yolculuk yapmanın benim için iyi bir deneyim olduğunu belirtmek zorundayım.
Bu sefer başka insanlarla gittiğim için ve o aralar çok da ders çalıştığım için gezi dersime fazla çalışıp gitmedim.. o yüzden bazı şeyler de tam olarak aklımda kalmadı ama 3 gün boyunca geçen maceramı size doya doya anlatmak istiyorum. Aslına bakarsanız bu kadar güzel bu kadar dolu dolu bir şehire gideceğim aklımın ucuna dahi gelmemişti.
Hava alanına ilk bastığımızda eurolarımı bozdurup aldığımız Çek koruna anlamaz gözlere bakarken (dört işlemmimiz zayıfladı mı nee??,, neyse ki Sahnaz önceden çalışıp gelmiş,, boş boş bakan ben ve Anya’ya hemen yol gösterdi) , kendimizi şehir meydanına götüren otobüste bulduk..
Bir kaç metro yolculuğundan sonra kendimizi merkez civarında bulduk.. Bu arada hava inanılmaz sıcaktı,, Tilburg’dan gelirken de hava çok sıcaktı ama Prag’ı bu kadar sıcak ve güneşle hayellerimde hiç bağdaştırmamıştım. Kendilerini gayet güzel bulduğum Çek kızları mini mini şortları çekmişken biz de bavulları merkezdeki adını hatırlamadığım bir metro istasyonuna emanete bıraktık. (biz de sora sora bulduk) Bu arada çek metrosu gayet güzel ve şehri oldukça sarmış.. Günlük, 3 günlük metro biletleri de mevcut .. Aslında kart okutmadan girebiliyorsunuz,, hatta çoğu seferi bedavaya da yapabiliyorsunuz ama aniden sevimsiz bir amca bilet kontrolü diye sizi sarmalayıp, biletiniz yoksa oldukça çok para ödetebiliyor... Biz pragta şanslıydık,, sadece bir kere yakalandık o kadar çok metroyu kullanmamıza rağmen o sefer de biletimiz vardı.
İlk gün neler yaptık?... Tarih kokan bu şehrin sokaklarında biraz bilinçli biraz bilincsiz dolaştık.. İlk başta metro ile gittiğimiz durakta hemen Vltava nehrinin kıyısına gelmiştik. Hemen orada görselliği ile dikkatimizi Opera Binası çekti. Opera binasının önünde “Yeni Dünya Senfonisi” ile meşhur dünyaca ünlü Çek Besteci Antonin Dvorak’ın heykelini de görebilirsiniz. Karşı taraftan görkemli Prag Kalesi bize göz kırparken,, nehrin üzerindeki sıra sıra dizilmiş çogu eski çağlardan hele ki bir tanesi heykelleri ile oldukça gotik (Charles Köprüsü) köprüler o kadar güzel gözüküyor
du ki,, ne tarafa gitmemiz gerektiğine karar veremedik. Hava inanılmaz sıcak ve nemli idi,, karnımızı gurul gurul.. biz de ilk günü olduğumuz kıyıda geçirmeye karar verdik. Zaten üçün günün sonunda çok iyi anladık.. Pragta görülmesi gereken her yere yürüye yürüye gidebilirisiniz. Ama o kadar çok gezilecek yer var ki,, 3 gün yeter mi acaba?
Bu arada metroda çok kullanışlı iken,,şehrin her yerini arşınlayan nostaljik tramwaylarda ulaşımı oldukça kolaylaştırıyor. .Biz ilk gün (Old town) Eski şehirin sokaklarını adım adım gezdik. Birçok Avrupa kentinde de olduğu gibi eski şehirin ortasında bir meydan var. Tahmin edersiniz ki havanın güzel olduğu günlerde iş güç nedir bilmeden kendini sokaklara salıp güneşin tadını çıkarmayı alışkanlık haline getirmiş Avrupa insanı Prag’ta da sokaklardaydı. Her yer tıklım tıklımdı.. Meydanda yine gösteri, eğlence konserler vardı. Bu meydanda bir çok eski bina var. Belki de bunlardan en önemlisi dünyada sayılı sayıda bulunan Astronomik saat kulesi. Aslında kulenin yanında kocaman bir saat var, rivayete göre Çek imparotorlarından biri bu imparatorluk için yapılmış bu saati çok beğenip, ülkenin başka yerlerine de yaptırmak istemiş. Ama saat ustası bu eserinin yegane olmasını isteyip, bu öneriyi reddetmiş ve satin içine atlayarak intihar etmiş. Sonra o saat yıllarca çalışmamış diye başka bir şehri efsanesi duydum ama ne kadar doğru bilmiyorum.. şimdi şunu da fark ettim.. hiç saatin çalışıp çalışmadığını fark etmemişim. Sanırım saatin ihtişamından fark edemedim. Biz öğrenci kartlarımızı da kullanıp saat kulesine çıktık, sanki bir sarayın kalesi gibi olan bu kuleden Prag manzarası çok güzel, mutlaka çıkılmalı.. Özellikle saat başlarında renkli, saray kostumleri ile borazan öttüren bir kaç görevlinin olması çok komikti... evet kıyafetleri birazcık soytarı kıyafetleri gibiydi.. mutlaka kuleye çıkma saati saat başına denk getirilmeli..çok eğlenceli oluyor. Bu kulenin üzerinden Prag’a ait tepeden muhteşem görüntüler yakalayabilirsiniz. Biz ilk günümüzü bu meydanın çevresinde gezinmekle geçirdik. Bu eski Şehir meydanını saat kulesinden başka bir çok tarihi bina çevrelemiş durumda.. Tahmin ediniz ki çoğu kilise. Nedense her Avrupa şehrinde isminin içinde “our lady” geçen bir kilise var.. İşte burada da “Our Lady before Tyn” kilisesi mevcut. Pragtaki nüfusunun çoğunluğunun da yıllarca süren kominizmin etkisinden ve Avrupa’da birçok ülkede mevcut olan dinsizlik akımından kaynaklı ateist oldukları söylenmektedir. Bu meydanın etrafındaki tüm sokaklar daracık ve arnavut kaldırımlı.. kendinizi hep eski çağlarda hissedeceksiniz. Bir sonraki yazımda bahsetmeyi düşündüğüm Kafka acaba bizim gibi güneşli günlerini hiç mi göremedi bu şehrin de kasvete boğuldu bilmiyorum.
O kadar yazacak şey var ki …ikinci gün için ayrı bir yazı yazacağım. Bu arada muhteşem Çek biralarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Biraları oldukça ucuz,, ben en çok “Pilsner Urquell”e bayıldım.. hala tadı damağımda. Onun haricinde

meşhur Çek likörü “Becherovka” nın da muhteşem olduğunu belirtmeliyim. Aman fazla kaçırmayın,,, çok gezecek yerimiz var:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder