








Ten ten , Asteriks, Şirinler, Red Kit.. evet evet hepsine bayılırım. En çok da Ten Teni severim,, o benim ilk göz ağrımdır sonra ki aşkım Red Kit’in sevimli köpeği Rin Tin Tin’dir.
İşte çok kısa ama öz Bruksel gezimizi de bu kahramanlar belirledi çünkü bu eserlerin hepsi Belçikalı sanatçıların eseri ve Bruksel’de çizgifilm müzesi var ki biz de bu müzeyi mutlaka ziyaret etmek istedik.
Canım kardeşlerle bindik Tilburg’dan Roosendal trenine, oradan da Belçika trenine. O gün çok sıcaktı, şehir adeta Kuzey ülkesine ait değil de bir Akdeniz ülkesine ait gibiydi.
İlk şaşırdığımız durum, ne Hollanda’da ne de Brugge ve yolunda en ufak bir tepe görmemiş olmamız ve tren istasyonundan çıkar çıkmaz iniş çıkışlarla karşılaşmamız. Bu arada Brugge’de genellikle Flemenkçe konuşulmakta ama Bruksel gerek tabelaları gerekse sokak dili ile tam bir Frnasız şehiri gibi.
Biz önce müzedir kapanır diye çizgi film müzesine gidelim dedik ama sürekli yanlış yönlendirmeler sonucu tamamen alakasız bir yere yürüdük. Bu arada da şehirin yokuşlarını indik çıktık, dolandık. Bu müzeye gitmek isteyenlere önerim tren istasyonun hemen solunda bir Katedral var, onun önündeki parktan karşıya geçip sağa doğru bir müddet yürüyorsunuz. Zaten sonrasında oklar size yolu gösteriyor. Peki gitmeye değer mi? Bu size kalmış, beni çok tatmin etmedi sanırım. Belki de tatminsizliğin nedeni sıcakta şehri alt üst yapıp ancak 1 saat sonra bulmamız, açlık ve müzenin beklediğimden daha az görsel olması. Müzenin çoğu yerinde karikatürler var ama biz zaten süremiz kısıtlı olduğu için hepsine bakamadık, üstelik hatırı sayılır bilet ücreti ödediğimiz halde. Aslında aşağı kattaki satış ofisi, müzeden daha güzel, canım kardeşim bana oradan Ten Ten’in pembe arabada kaçarken bir anını simgeleyen biblo aldı doğumgünü hediyem olarak. Çok tatlı..
Gitmek isteyenlere adresi http://www.comicscenter.net/en/home.
Çizgi film karakterlerine az çok doyduktan sonra, kendimizi şehir merkezine attık . Sanırım günlerden pazardı ve hemen tren istasyonunun güneyinden başlayan şehir merkezinde çılgın bir kalabalık vardı. Her yerde kermesler vardı, açıkçası Avrupa Birliğinin başkentinin bu derecede kalabalık, canlı olacağı aklımın ucuna gelmezdi. Havanın güzel olmasının göz ardı edilemez etkisi vardı sanırım.
Bruksel’de eminim görülecek bir çok yapı var, saraylar, kanallar, atom topları, AB binası. Biz de ilk turumuzda şehirin görselliğini, binalarını istemeden olsa gördükten sonra kendimizi yeme içmeye verdik.
Bu arada şehir merkezindeki sokaklar daracık, kendinizi oldukça eski bir şehirde hissedebiliyorsunuz. Birçok yerde bu bahsettiğim çizgi film karakterlerinin duvarlarda resimleri var.
Neyse gelelim yeme içmeye.. Brugge yazımda da belirttiğim üzere bu ülkenin midye yemekleri meşhur. Biz de midye için oldukça eski olan Brükselin en ünlü mekanlarından Chez Leon'a gittik. Canım kardeşim geleneksel midye olan tencerede haşlama istedi. Biz de ortaya kocaman domatesli, kaşarlı midye ızgara. İşte bu yemek mükemmeldi, tencerede midye de fena olmamakla beraber, suyu çok da bizim damak tadımıza hitap etmiyordu. Domatesli, kaşarlı, sarımsaklı midye ise mükemmel. Tıka basa yedik. Oldukça büyük olan bu mekan içine de girince nostaljik kokuyu alıverdik. Mutlaka burada midye yenmeli...
Sonra bu mükemmel ziyafeti (daha yiyeceğimiz şeyler vardı, waffle gibi) eritmek için dolanmaya başladık. Meydandan sağa doğru devam ederseniz ilk önce sol tarafta karşınıza herkesin dokunmaya çalıştığı kadın heykeli çıkıyor. Dileklerinin gerçekleşeceğini uman insanların dokunması sonucu rengi değişmiş heykelin. Yürümeye devam ediyoruz, Meşhur “İşeyen Çocuk- Manneken Pis” heykelini görmek için. Bir köşebaşını süsleyen bu heykel şehirin simgesi olmuş ve akın akın turist çekiyor. Dönem dönem heykele çeşitli kıyafetler giydiriliyor. Bu zenci çocuk heykelinin sırrını çözemedim. Daha önce bir arkadaşım savaş şırasında düşen bir bombaya işeyerek bombayı etkisiz hale getiren bir çocuğun heykeli olduğunu söylemişti, hem de İkinci Dünya Savaşında. Ben de saf saf inanmıştım, o gün teyit edemedim kalabalıktan geçip de heykelin önündeki açıklamayı okumak için. Ama 1800’lü yıllarda yapıldığını görünce ne kadar saf olduğumu bir kez daha anladım. Sonradan başka efsaneler de duydum çeşitli kaynaklardan. Bir soylunun kaybolan çocuğunu bulduğu yer olduğu için oraya oğlunun heykelini yaptırdığı (niye işerken yaptı ki, işiyor muydu çocuk bulunduğunda? ) ya da çocuğun çişiyle bir yangını söndürdüğüne dair.
Her neyse turistler efsaneyi çözmeye çalışsın biz belki de tüm Avrupa’da meshur olan Delirium bara gittik. Bu bar çok ünlü, içinde tüm milletlerden 1000’den fazla bira olmasının haricinde kendi ürettikleri %9 hacmen oldukça ağır Delirium biraları da var. Birbirinin dibinde 3-4 mekandan oluşuyor. En tarz olanı yer altında. Genelde rock tarzı müzikler çalınıyor. Biz çok beğendik mekanı ama o kadar çok bira arasından seçemedik ne içeceğimizi, acaba bira ansiklopedisi şeklindeki menüye Türkiye’den katılan Efes Pilsen’i mi içsek ha haa??
Bu barın bir de esprisi var bahçesinde, küçük bir işeyen kız heykeli.. Simgesi bir fil olan bu barın web adresi : http://www.deliriumcafe.be/ Cesareti olanlar için de şehrin her yerinde ve kendi mekanlarında biraları mevcut.
Ayrıca isminin Türkçeye benzemesi de çok ilginç, acaba oradaki Türkler mi verdi bu ismi diye düşünmedik değil.
Bir de üzerine waffle yedik mi?? (ahh nerede o Türk waffleları, nerede). Neyse bu sefer üzerine meyve de konuldu da daha hoş bir lezzeti hapur hupur yedik.
Bu arada Belçikanın çikolatası ünlü biliyorsunuz, en ünlü markada Leonidas. Ancak Belçika merkezi çok turistlik olduğu için içeri girip sıra numarası alıyorsunuz fln, işkence. Memlekete hediyelik götürecekseniz hem Hollanda hem de Belçika’nın büyük havalimanlarından yine Leonidas satış ofislerinden daha rahat koşullarda alabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder