6 Nisan 2012 Cuma

Tuna'dan hoş bir esinti, Budapeşte










Niye karşılaştırılar ki İstanbul’la Budapeste’yi bilmem. Bir İstanbul aşığı olarak o mükemmel mozaik dokuyu, kilisesi ve camisiyle İstanbul manzarasını hangi şehir karşılar bilmem. O yüzden bu karşılaştırmayı yapanlara güler geçerim. Benim İstanbulum tektir, tek. Tüm olumsuzluklara, yapı bozukluklarına rağmen içindeki güzellik hazinesi asla bitmeyecektir. Vapurların köpük köpük denizde çizdiği resimler, martıların acıyla karışık haykırışları, camilerin, Topkapının Harem’den günbatımında muhteşem görüntüsü, Çengelköyden Köprülerin görüntüsü.... İstanbul hayranlığımı sonraki yazılarıma bırakıyor ve tamamen farklı bulduğum şehir olan Budapeste’ye dönüyorum.
Şehire Viyana’dan otobüsle geçtik. Ve kalacağımız yere gitmek için metroya atladık. Metro ağları çok iyi, sanırım kominizmin etkisi yaşanmış. Hatta denildiğine göre orta Avrupadaki en eski metro ağı. Yalnız metrodaki görevliler biraz gıcık. Biz önce makineden nasıl bilet alacağımızı bilemedik ve sadece 3 duraklık bilet almışız. Ama 5 durak sonra inmişiz. İnince görevliler hemen turist olduğumuzu anladılar ve bilet sordular ve biz de göğsümüzü gere gere gösterdik ama yok yanlış bilet almışız. Para ödememiz gerekmiş. Saatlerce dil döktük görevlilere bilet aldığımız alette herhangi bir sey göremedğimizi ama Nuh dediler peygamber demediler. Biz direndikçe iyice despotlaşıp, polis çağırmaya kalktılar. Blöf müydü, gerçek miydi bilinmez artık tatilimiz ziyan olmasın diye 25 euro karşılığı Forint ödedik. Kısacası biletler dikkatli alınmalı.

Günümüz kötü başladı ama dışarı çıkınca kendimize geldik, hem hava çok güzeldi hem de Macar sokakları.. Binalar kominizmden kalma kocamandı, Prag’daki gibi tavanları da çok yüksekti, caddeler de çok bakımlı, temiz ve güzeldi.
Macar arkadaşımız ilk akşam bizi yemeğe götürdü, ve Peşte’nin sokaklarında gezdik. Macarlar kominizm döneminden kalan alışkanlık daha ucuz olduğu için genelde domuz tüketiyorlar o yüzden dışarı da içinde domuz eti olmayan yemek bulmak zor. Domuzdan kaçanların yediğine içtiğine dikkat etmesi gerek bu şehirde. Ayrıca Macar arkadaşımız kendilerinin at da yediklerini söyleyerek beni şok etti. At tüketimi domuzdan sonra geliyormuş.
Başladık Peşte sokaklarında dolanmaya, Terör müzesinin önünden geçtik, Tuna nehrini bezemiş yanlış hatırlamıyorsam 9 (7?) adet köprünün gece şıklığını izledik, Vaci Utka adlı meşhur caddesinde salındık (Burası hava sıcak olmasına ve akşam 10 olmasına rağmen bomboştu, nasıl İstiklal caddesine benzetiliyor anlamadım, işte yine bir yanlış daha), Aziz Istvan katedralinin muhteşem gece görüntüsüne hayran kaldık. Gerçekten Pestenin sokaklarının görüntüsü gece muhteşemdi, Tuna nehiri de.
Anlamışınızdır zaten Tuna nehrinin bir kıyısına Buda, bir kıyısına da Peşte deniliyor. Ertesi gün biz aşırı sıcaklarda daha da rahat gezebilmek için Hop on Hop off tur aldık. Bence bu şehirde kısa zaman geçirecekseniz sıkıştırılmış bir gezi planı olarak bu tarz turlar tercih edilebilir. Hem sonunda Tuna nehiri boyunca tekne turu da var. Üstelik 2 gün de kullanılabiliyor bir güne sıkıştırmak isemeyenlere. Tura Peşteden başladık, önce gayet görsel Opera Binasını da görüp, Kahramanlar meydanına vardık. Burada bir çok kahramanın at üstünde heykeli var. Meydandan devam edince sağda o zaman ne olduğunu anlayamadığım ama Peşte’nin dış kalesi olduğunu düşündüğüm düzlük bir kale çıkıyor. Soldaki parktan da yürüyünce Budapeşte’nin meşhur kaplıcası. Anya kaplıcayı tercih ederken ben kısıtlı zamanımda bir Türk olarak ve Türkiyenin de bir kaplıcalar cenneti olduğunu bilerek yola devam ettim. Anya çok beğenmiş kaplıcayı ve orada kendisine ödünç verdiğim peştemal ile de çok havalı olduğunu söyledi.
Biz de devam ettik yola, önce Peste sokakları, sonra köprüden geçip Buda sokakları, Buda tepesindeki Buda kalesi ve ilginç mimarisi ile Tuna’ya tepeden bakan Balıkçılar Tabyası, sonra Buda Kalesi, Gallert tepesine konulmuş devasa Özgürlük Anıtı, Aslanların koruduğu Zincirli Köprü, Elizabeth Köprüsü, Tuna’nın hemen dibinde uzaktan muhteşem görüntüsü ile Parlemanto Binası, Büyük Sinagog.
Fotoğrafların bir kaç tanesi hariç gerisini nasıl kaybettim,, işte şimdi bu güzellikleri yazarken daha çok üzüldüm.
Bu arada belirtmeden edemiyeceğim, bu şehir İkinci Dünya Şavasında çok hasar görmüş ve köprülerin çoğu, kalesi bombalanıp yıkılmış. Yıkılan her yer aslına uygun olarak inşa edilmiş. Ama yine de çok güzel, yeni olsun eski olsun. Tuna nehrinde tekne turunda da güneş batarken Özgürlük Anıtı, kale, parlemanto binası, köprüler muhteşem gözüküyordu.
Ama Macarlara çok kızdım. Her yere Atilla’nın heykelini dikmiş Macarlar, köklerimizin aynı soydan gelme ihtimalini kabul etmiyorlar ve şehiri anlatırken sürekli insanı rahatsız edebilecek derecede Türk istalasından bahsediyorlar, ama Hitlerin attığı bombalar sonucu bir sabah köprülerinin yıkılıp binlerce insanının ölmesini ara cümle gibi geçiştiriyorlar. Ne diyeyim kızsak mı gülsek mi.. Bir de antik çağdan hiç eserleri olmamasının nedeni çok fazla istila edilmeleriymiş. Acaba Osmanlı niye Anadolu’daki antik şehirleri yıkıp dökmedi. Belki de antik çağ Anadoluda başladığı için Macarlar bundan eksik kalmış olabilir. Bu konuda çok fazla tarihi ve arkeolojik bilgim olmamasına rağmen, bu tarz söylemler beni azıcık kızdırdı.
Yine de Budapeste görsel olarak çok güzel bir şehir, bence asla İstanbul’un kulvarına geçemese de..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder