10 Mayıs 2012 Perşembe

Hoppidi Hoppidi Likya Yolu.. Faralya'dan Alınca'ya


İkinci gün bizi zorlu bir yolculuk beklemekte idi. Öncelikle Kabak Köyüne gidecek, daha sonra Alınca’ya çıkacaktık. Faralya’dan bu yola giderken ilk başta bizi çalıların arasında daracık ve habire döne döne yukarı çıkan bir yol bekliyordu. İlk 15 dakikalık bu yorucu yol beni korkutsa da tepeye çıkınca genişleyen ve düzleşen yoluyla beni mutlu etti. Mis gibi kokan dağ kekikleri koklaya koklaya harika yol sallana sallana yürürken karşımıza papatya tarlaları çıktı denize doğru salınan. Üstelik bal mevsimi, her yerde arı kovanları, bız bız arı sesleri..Bu yol ilk dik çıkışı ve nispeten daha az dik inişi ile zevkli zevkli yürüyebileceğiniz bir yol. Bu arada biz Alınca’yı hedeflemiştik,, ulu Torosların dumanları altında yürürken önümüze bir yol ayrımı çıktı. Bu yol Alınca’ya çıkıyormuş, biz güvenemeyip çıkmadık ama Alınca’dakiler oradan daha kolay gelebileceğimizi söylediler. Çünkü az yokuş inip, daha az yokuş çıkacaktık. Her neyse o gün biraz yorulduk ama sonuçta planımız Kabak’tan Alınca’ya çıkmaktı. Bir başka uyarı da yol geniş geniş ve güzel giderken sol tarafta iniş başlıyor ama kırmızı beyaz çizgiler o arada kendini doğaya bırakan serseri ruhların dikkatinden kaçabilecek yerlerde. Sol taraftaki inişi kaçırmayın, biz sağa sola babalar da kurduk, yıkılmazsa...

















Ve indik Kabak Köyü’ne. Yukarıdan muhteşem Kabak Koyu manzarası bize göz kırparken, bizi zor bir yolun beklediğini bilemezdik. Karşımıza çıkan yaş 65 + 2 bira Alman amcamız, bizim Türk olduğumuza inanmak istemeyip “Türkler yürüyor mu?, çok şaşırtıcı” deyip hem bizim moralimizi bozup hem de gaza getirdi. Biz Kabak Koyu manzaralı ton balık ve yaz helvalarımızı hüplerken, kendisi 2 bira gençleşmeye karar verip yola devam etti. Karnımızı iyi doyurmuştuk ama bol taşlı, yer yer uçurumlu, oldukça dik çık çık bitmeyen ama zaman zaman harika manzarasıyla bizi motive eden bir yol bekliyordu bizi. Neyse ki ,incirler, çikolatalar, kuruyemişler ve krokantlı yerfıstıkları sürekli elimizde, harika Kabak manzarası gözümüzde,  Alınca manzarası da hayalimizdeydi. Yol boyunca bol bol dinlenme molası versek de, ben bir ara Likyalılara hayret etsem de ( Biz trekking ayakkabıları ile zorlanıyorduk, Likya’lılar sandaletlerle nasıl yürüdüler yahu?) o zorlu yolu hem de akşam hiç bacaklarım ağrımadan yürümeyi başardım. Hepimiz hem başarının hem de muhteşem Alınca manzarasının sarhoşluğu ile kendimizi işletme sahibi Erdem’in yastıklarına attık. Güneş öbür kıyıdan batsa da manzaranın renk renk değişimini izledik ve havanın acayip soğuması ile kendimizi Erdem’in yanına attık. Tesis hakkında çok fazla yorum yapmak istemem ama size kesinlikle tam dağ hayatı yaşatacağına garanti edebilirim. Gece yıldızlar sanki elinizi uzatsanız hop diye elinize geleceklermiş gibi görünen tertemiz tam bir dağ hayatı...














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder