İkinci gün bizi zorlu bir yolculuk beklemekte
idi. Öncelikle Kabak Köyüne gidecek, daha sonra Alınca’ya çıkacaktık.
Faralya’dan bu yola giderken ilk başta bizi çalıların arasında daracık ve
habire döne döne yukarı çıkan bir yol bekliyordu. İlk 15 dakikalık bu yorucu
yol beni korkutsa da tepeye çıkınca genişleyen ve düzleşen yoluyla beni mutlu
etti. Mis gibi kokan dağ kekikleri koklaya koklaya harika yol sallana sallana
yürürken karşımıza papatya tarlaları çıktı denize doğru salınan. Üstelik bal
mevsimi, her yerde arı kovanları, bız bız arı sesleri..Bu yol ilk dik çıkışı ve
nispeten daha az dik inişi ile zevkli zevkli yürüyebileceğiniz bir yol. Bu arada
biz Alınca’yı hedeflemiştik,, ulu Torosların dumanları altında yürürken önümüze
bir yol ayrımı çıktı. Bu yol Alınca’ya çıkıyormuş, biz güvenemeyip çıkmadık ama
Alınca’dakiler oradan daha kolay gelebileceğimizi söylediler. Çünkü az yokuş
inip, daha az yokuş çıkacaktık. Her neyse o gün biraz yorulduk ama sonuçta
planımız Kabak’tan Alınca’ya çıkmaktı. Bir başka uyarı da yol geniş geniş ve
güzel giderken sol tarafta iniş başlıyor ama kırmızı beyaz çizgiler o arada
kendini doğaya bırakan serseri ruhların dikkatinden kaçabilecek yerlerde. Sol
taraftaki inişi kaçırmayın, biz sağa sola babalar da kurduk, yıkılmazsa...
Ve indik Kabak Köyü’ne. Yukarıdan muhteşem
Kabak Koyu manzarası bize göz kırparken, bizi zor bir yolun beklediğini
bilemezdik. Karşımıza çıkan yaş 65 + 2 bira Alman amcamız, bizim Türk
olduğumuza inanmak istemeyip “Türkler yürüyor mu?, çok şaşırtıcı” deyip hem
bizim moralimizi bozup hem de gaza getirdi. Biz Kabak Koyu manzaralı ton balık
ve yaz helvalarımızı hüplerken, kendisi 2 bira gençleşmeye karar verip yola
devam etti. Karnımızı iyi doyurmuştuk ama bol taşlı, yer yer uçurumlu, oldukça
dik çık çık bitmeyen ama zaman zaman harika manzarasıyla bizi motive eden bir
yol bekliyordu bizi. Neyse ki ,incirler, çikolatalar, kuruyemişler ve krokantlı
yerfıstıkları sürekli elimizde, harika Kabak manzarası gözümüzde, Alınca manzarası da hayalimizdeydi. Yol
boyunca bol bol dinlenme molası versek de, ben bir ara Likyalılara hayret etsem
de ( Biz trekking ayakkabıları ile zorlanıyorduk, Likya’lılar sandaletlerle
nasıl yürüdüler yahu?) o zorlu yolu hem de akşam hiç bacaklarım ağrımadan
yürümeyi başardım. Hepimiz hem başarının hem de muhteşem Alınca manzarasının
sarhoşluğu ile kendimizi işletme sahibi Erdem’in yastıklarına attık. Güneş öbür
kıyıdan batsa da manzaranın renk renk değişimini izledik ve havanın acayip
soğuması ile kendimizi Erdem’in yanına attık. Tesis hakkında çok fazla yorum
yapmak istemem ama size kesinlikle tam dağ hayatı yaşatacağına garanti
edebilirim. Gece yıldızlar sanki elinizi uzatsanız hop diye elinize
geleceklermiş gibi görünen tertemiz tam bir dağ hayatı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder