10 Ağustos 2012 Cuma

Güney Ege'de huzur: Selimiye-Datça-Bozburun-Söğüt


Artık kafa dinleme zamanı gelmişti... Sahilde gölge bir köşe bulunacak ve aylardır bir türlü bitirilemeyen kitaplar sakince okunacak, bitirilecekti. Bu amaçla Marmaris tarafları seçildi. Önce sakin bir köy olan Selimiye’ye gidilecek daha sonra da Bozburun’da 2 gün konaklanacaktı. Datça’ya da gidilir mi acaba? Yok yok sıcakta trafikte oralara kadar gitmeyelim. (dayanamadık ki yine gittik,, ilerleyen satırlarda).
Selimiye’yi çok sevdik. Henüz muhtarlık olmasından dolayı köy sokaklarının maalesef sırıtan pisliğini görmemeye başlayınca daha da çok sevmeye başladık. Temmuz ayının en sıcak günlerinde güneş tam karşımızdan doğup zaman zaman odamızda bizi bunaltsa da sevdik.










Selimiye’de genelde pansiyonlar ve onların restoranları hemen denizin dibinde. Yeşilden maviye dönen, balıkların cirit attığı tertemiz sulara hemen pansiyonların önünden teknelerin arasından girebiliyorsunuz. Genelde kıyıdan sığ yerlerden denize girilebiliniyor. Biz de Selimiye’nin sağını solunu araştırırken Sığ Liman Mahallesine bir takıldık, pir takıldık. Selimiye’nin en sonunda bulunan (Sıcakta yürümek zor olabilir, vasıta gerekir) Sığ Liman Mahallesinin işletmelerinin plajlarının suyu adı üstünde sığdan başlayıp yavaş yavaş derine gitmekteydi. Temmuz ayında çok soğuk olmadığı gibi harareti alabilecek derecede kıvamlı suyuyla hem sizi hem çocukları çekmekte idi.. Biz de sevgilimle bu bol bebek ve çocuk barındıran koya biraz espriyle karışık “Le Bebe Koyu”  adını taktık. Çocuklar suya atladıkça, bebeler anne ve babalarıyla denize girdikçe bizim de ağzımızdan “Le Bebe” koyu düşmedi.


Selimiye’nin en sevdiğim özelliklerinden biri de gün boyu asla cıstak cıstak müziğe maruz kalmamanız, yani okuduğunuz kitabın her kelimesini tam anlamıyla anlayabilmemiz oldu tabii eğer hafif kıpırdanan deniz sesinden etkilenmiyorsanız. Bazen ninni gibi gelen hafif deniz kıpırtısı da etraftaki  suda oynamaktan yorgun düşmüş bebelere eşlik etmenize neden olabilir. Biz buna sahilde şekerleme diyoruz. En güzel şeker...
Biz internetten bulduğumuz pansiyonumuzu çok beğenmedik ama Mavi Deniz butik otel http://www.mavidenizselimiye.com hem işletmesiyle hem de duyduğumuz kadarıyla güzel odalarıyla bir çok işletmeden sıyrılıyordu, tabii fiyatları da... Hemen onun yanındaki Selimiye Motel’in ise samimi personeli bize göz kırptı, odalarını göremesek de. Sığ Liman Mahallesi diğer turistik yerlere göre yemek için kebapçı, fast foodçu bulundurmayan bir yer. Genelde pansiyonların sağlıklı öğle yemeklerinden yiyebiliyorsunuz. Yoğurt, taze fasulye, musakka gibi...bu durum bizi çok mutlu etti.
Geç saatlere kadar güneş kremlerini, şezlongları, deniz havlularını misafir eden sıra sıra iskeleler, akşamları mum ışığında mezeyi, balığı, karpuzunu sunan muhabbet masalarını misafir eder Selimiye’de. Bu köşe kapışmaca gün boyu sürer,, deniz öyle güzeldir ki buz gibi olmadan kimse terk etmek istemez...keza gece muhabbet de öyle.....


Selimiye'de meşhur Sardunya restaurant var. Fiyatı memur hava dalgalarına göre biraz fazla olsa da, Selimiyedeki bir çok yerle fiyatları başabaş giderken lezzeti daha bir farklı sanki. Bir gurme arkadaşın tavsiyesi ile gittiğimiz Sardunya’dan da oldukça memmun kaldık. Kalamarı çok başarılı olmasa da ahtapot ızgara lokum gibi.
Tekne turları da güzel Selimiye’de.. Sizi tertemiz koylarda balıklarla yüzdürüyor kaptanlar bir yandan çipura ızgara yaparken güzelim sulara durmadan hoplayıp zıplayan konuklarını doyurmak için.

Şİmdi gelelim Datça macerasına... Tatilimizin ikinci gününde, hem de ikinci gününde.. daha yılın yorgunluğunu bir nebze atamamışken,, civarlarda neler var diye keşfetme duygusu ağır basan biz, kendimizi yollarda bulduk. Marmaristen çıktıktan sonra Selimiye, Bozburun, Datça tarafına gitmek için bir sapağa giriyorsunuz. Burada yollar genelde virajlı, bazı virajlar da oldukça sert. Datça sapağına gelince yol ikiye ayrılıyor. Bir taraf Datça’ya bir taraf da sırasıyla Orhaniye, Selimiye, Bozburun’a gidiyor. Biz de civarda neler var diye arabayla gezinirken önce gözümüze  Turgut şelalesi takıldı. Selimiye ve Orhaniye arasında olan bu şelalede suya girilebiliyor. Birbirine bağlantılı bir kaç şelaleden oluşan bu yeşillik mekanın Temmuz ayında bile bir çok paraşütçü kelebek misafiri vardı. Bir sonraki durakta gözümüze Orhaniye takıldı. Küçük bir mahalle olan Orhaniye’de fazla plaj yok. Kızkumu adında denizin ortasındaki kumluk alanda insanlar 200-300 metre yürüyorlar. Efsaneye göre korsanlara yakalanmamak için eteklerine kum doldurararak denizde yürüyen prenses, yüzme bilmediği için kumu bitince boğulmuş. İşte oraya kadar insanlar yürüyorlar. Bu mekanın etrafında bir plaj var, daha ileriye gidince de bir, iki plaj olsa da biz Orhaniye takılmadık. Bu arada o civarlarda benzin istasyonu bulmak çok zor ama Orhaniyedeki marinadan benzin alabiliyorsunuz.
Derken kendimizi birden Datça yolunda bulduk. Uzun süren virajları da aştıktan sonra, Datça girişindeki yeldeğirmenlerinde aşçı Zeynep Hanım’ın çerkez yemeği olduğunu söylediği ayböreğini de hüpleyip dinlendikten sonra, kendimizi eski Datça’ya attık.






Amacımız Can Yücel’in evini ziyaret etmekti. Ama denizden uzak bu eski mahallenin Alaçatı’ya benzer taş evlerini, daracık sokaklarını, begonvillerini görünce mest olduk. Eskiden Rumların yaşadığını tahmin ettiğim bu eski mahalle beni yanıltmadı. Ama Rumların yanı sıra Türklerin ve Yahudilerin de az da olsa ikamet ettiklerini öğrendik. Bu arada Can Yücel’in evi halka açık değildi ve orayı görememenin üzüntüsü, eski Datçanın begonvillerle süslü havasını almanın verdiği huzur ile kendimizi Datça’nın başka bir koyu Palamutbükü’ne attık. Palamutbükü’nün upuzun koyunda en sonunda günün terini attıktan sonra geri bademli yollarda başladık virajları dönmeye. Her ne kadar gidilesi yerler olsa da Datça’nın koyları, bir daha feribotla gitmeye and içtik yorgun yorgun.


Yine dönerken Datça kavşağında bulunan gurme arkadaşımız Emrenin tavisyesi üzerine Mavi Pide  http://mavipide.com/ de  oraya özel patlıcanlı pidemizi yedik serin suyun yanında. Hesap da yediğimiz balıkların şişkin hesaplarından sonra bizi çok memmun etti.
Son 2 günümüzü ise Bozburun da geçirmek için planlamıştık. Bozburun Selimiye’ye nazaran daha büyük daha gelişmiş. Üstelik belediye, o yüzden daha geniş ve sahil kıyısında daha büyük yolları var. Genelde pansiyonların önündeki kayalıklardan denize girildiği için burayı maalesef  “Le Bebe” koyu ile karşılaştırılamıyoruz.

Plajının güzel olduğunu duyduğumuz ama bir türlü gidemediğimiz Bozburun’da maalesef tekne turuna çıkmak kolay değil. Kaptanlar kendi aralarında her hangi bir koordinasyon oluşturmadıkları için, siz bir kaptan bulup ayarlamak zorundasınız. Bu da size muhteşem koylarda özgürlük tanısa da maalesef bütçenizi biraz zorlayabiliyor kalabalık bir grup değilseniz. İşte bu yüzden biz de son gün bir kaptanın bizi son anda ekmesi ile yaklaşık arabayla 10 dakikalık mesafeyi aşıp Selimiye’de keyifli bir yat turuna katıldık.
Son gecemizde yemeği Söğüt’de yiyelim dedik. Bozburun’a 10 dakikalık mesafede olan Söğütü hava kararmaya yüz tutmuş olduğu için  çok keşfedemeden geldik. Sadece son gün gün batımı izlemek için çok ideal olan, hafif salaş (salaş diye fiyatlar az zannetmeyin) Manzara restaurant’ta günü sonlandırdık. Söğütün adacıklardan oluşan manzarası gün batımını kaçırsak da, güzeldi. Arkadan Orhan Babanın şarkıları, ustamızın zeytinyağı ile özel pişirdiği Ahtapot (gerçekten çok güzeldi) gün batımını kaçırmanın üzüntüsünü üstümüzden alıverdi. Bu arada duyduk ki Söğüt’ün sahili çok güzel olmasa da tekne turları ile muhteşem yerlere gidilebiliyormuş.. Tabii bunun için yeterli paranız varsa.. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder