Zelve'den çıktık. Yolumuz
düştü Avanos’a. Avanos’a yaklaştıkça coğrafya peribacalarından uzaklaştı.
Avanos’un çömlekçileri meşhur ama biz önce tanıdık vasıtasıyla Sentez adındaki
halıcıya gittik. Halıcı deyip de küçümsemeyin, kocaman bir mekan. Oda odaya,
salon salona açılıyor. İçerisinde km karelerce el iş işi göz nuru halılar
bulunmakta. Hem de ipekten yapılan ve neredeyse 1+1 ev alınabilecek fiyatta üzerindeki
desenlerle sizi büyüleyen küçük kilimler var. Kilim demek belki de yanlış olur,
duvara as seyret tablolar. İsa’nın son yemeği bile var. Önce Sentez’de halı
dokuyan kızların yanlarına gittik, onlar bizden utanıp çekinirken, biz
içerideki odada ipekböceklerinin yüzdüğü minik havuzdan nasıl ipek üretildiğini
gördük. İpek de olsa böcük böcüktü.. çirkin işte çirkin. 2-3 kat olan ve
etrafında kocaman bahçesi bulunan mekanda halılara baka baka gezdik. Halılar
çok güzeldi ama pahalı.. yani bizim gibi orta karar Türklere göre pahalı. Duyduk ki, bizim o sıralarda elimizi kolumuzu
sallaya sallaya gezdiğimiz o koridorlarda bazen turistten geçilmiyormuş. Biz
saat olarak nezih bir saatte gitmişiz. Bizim kuzenin eşi B’ye soruyorum “ bu
kızların eli nasır tutmuyor mu” “yoohhh diyor bu kızlar yörenin en şanslı
kızları, bu yörede hanımlar çalışır.. ne işleri var sıcağın altında tarlada,,
buraya geliyorlar iki dokuyorlar, iki çay içiyorlar, yemekleri ayaklarına
geliyor, koca dırdırı yok.. arada sıkılırlar müzik açıp dans ederler, onlardan
şanslısı var mı ?”diyor...” he” diyorum, kabul ediyorum ben de…
Sonra iniyoruz Avanos
merkeze.. hadi buralara geldik, bir çanakçılara uğrayalım diyoruz. Bütün çanakçıların üzerinde Chez var, Chez
Hakan, Chez Ali, Chez Galip... amanın bu çanakçılar Fransız mı acaba diye
düşünürken, soruyorum delikanlılara. Delikanlının biri diyor ki “ eskiden
buraya hep Fransızlar gelirmiş.. Fransızca chez birinin yeri demek.. öyle
başlamış gelenek, sonra devam etmiş” diyor.
Ehh hadi bakalım girelim bir Chez’e diyoruz. Bize en çok önerilen Chez
Galip’e giriyoruz. Çanaklar, testiler arasında geziyoruz bol bol. (o yöreye
özgü Hitit eserlerinin de uyarlamaları var, ben çok sevdim… evde yeri olanlara tavsiye
edilebilir). Bir de bu Galip ustanın değişik fantezisi var, dükkanının bir
mağara odasını saç müzesi yapmış. Burada fotoğraf çekmek yasaktı ama bence oldukça
enteresan bir yerdi. Gerçi daha sonra görüştüğüm bayanlardan bunun iğrenç
olduğunu söyleyenler oldu ama bana değişik geldi. İçeride milyonlarca saç ve
sahiplerinin adresleri duvarlara asılmış. Güya her sene bilmem kaçıncı erkek
müşteriye rastgele bir isim çekmesi istenerek, seçilen adresteki bayana 15
günlük Kapadokya tatili veriyorlarmış. Ben de hemen aman bu tatil kaçar mı
yaa,, dedim sonra da saçlarıma kıyamadım vermedim..hata mı yaptım acaba, ama
hiç de pişmanlık duymuyorum.. Niye ki??
Ve yolumuz düştü
Göreme’ye. Göreme de peribacaları, kaya-mağara evlerle iç içe bir yer. Önce
kuzenin önerdiği bir yerde yemek yiyelim dedik. Ne yiyelim derken yöresel testi
kebabını yiyelim dedik. Ben ilk kez yedim ama bir numara göremedim kebapta. Annemin
yaptığı et soteden ne farkı vardı anlamadım...
Biz de
Göreme açık hava müzesinde bulduk
kendimizi. Müze kartımızı gerine gerine okuttuk. O mağara senin, bu mağara
benim, o kilise daha güzel, bu kilise daha güzel diye Hristiyanlığın zamanında
önemli merkezini gezdik. Hem burada kiliselere girmek için tepelere tırmanıyor,
hopluyor zıplıyorsun... Sonra da kapıdan çıkıp Göreme’nin muhteşem manzarası
ile karşılaşıyorsunuz. Kiliselerin çoğunun içinde resimler hala canlı, hatta
müze girişinin hemen sağındaki müze yeni düzenlenmiş, resimler ışıklandırılmış,
mezar bölgelerinin içine camekanın altına iskeletler konulmuş.
Bilgi görgü
böcüğü: Şimdi burada yaşayanlar ölülerini kiliselerin hemen girişindeki
mezarlara gömerlermiş belli bir süre, ruhlarının arındığını düşünerek. Belli
bir müddet geçtikten sonra da uzaklara gömerlermiş. Mezarlardan ve kapı
girişlerinden biz süphelendik bu adamlar galiba kısacıkmış. Bir de her yerde
tabii ki şaraphaneler var. Olmazsa olmaz…
Göreme müzesi çok
güzel ama kapıdaki görevli amcalar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Öncelikle
kiliselerin içindeki resimlerin hep gözleri oyulmuş .. Tabii ki bunu zamanında
ülkemiz vatandaşları yapmış buna çok üzüldük ve utandık. Kapıdaki görevli
amcalara gelince de kafamızda çok hoş görüntüler oluşmadı. Öncelikle ilk
kiliselerden birine tırmanırken kapıdaki yurdum insanı amcaya sordum. Kim oymuş
bu gözleri diye.. Çok sevdim bu amcayı görüntüsü çok modern olmasa da, Kadir
İnanır’ın bakımsız, hafif toplu ama kötü giyinmiş, yanağında kocaman beni olan
versiyonu olsa da, hele diğer amcaları
görünce kendisine sıcacık ısındım. Dobra
dobra dedi ki “ kim yapacak buranın cahil yerlisi, bilse buraların sonradan
nasıl olacağını yaparlar mıydı?” sonradan da her sorduğumuz soruya candan cevap
verdi. Her kilise kapısının önünde bir görevli var, ama diğer amcalar somurttular,
sorularımızı geçiştirdiler. Biz de kızdık müzelerden sorumlu birimlere, neden
buralara, dünyanın her tarafından bu kadar turist çeken bu eşsiz memlekete gözlerini
zamanında oyduğumuz figürleri unutturmak istercesine genç dinamik aktif
görevliler koymuyorlar. Mesela öğrenciler çalışabilir burada neden olmasın.
Sonra da biraz
beyin fırtınası yaptık ama D’nin hakkını vermek gerek, o daha çok kafa
çalıştırdı hatta ilk fikri ortaya o attı. Düşündük ki neden böyle güzel bir
açık hava müzesi geceleri de açık değil? Özellikle yazın sıcak günlerde bilet
fiyatları daha yüksek tutularak akşam gezintileri daha cazip olmaz mı bu müze
için. Şöyleeee güzel bir ışıklandırma
ile mesela. Neden olmasın ne eksiğimiz var Granada’daki El Hamra müzesinden, ne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder