21 Kasım 2012 Çarşamba

Kapadokya Rüyası 2:Hoplaya zıplaya Avanos'tan Göreme'ye



Zelve'den çıktık. Yolumuz düştü Avanos’a. Avanos’a yaklaştıkça coğrafya peribacalarından uzaklaştı. Avanos’un çömlekçileri meşhur ama biz önce tanıdık vasıtasıyla Sentez adındaki halıcıya gittik. Halıcı deyip de küçümsemeyin, kocaman bir mekan. Oda odaya, salon salona açılıyor. İçerisinde km karelerce el iş işi göz nuru halılar bulunmakta. Hem de ipekten yapılan ve neredeyse 1+1 ev alınabilecek fiyatta üzerindeki desenlerle sizi büyüleyen küçük kilimler var. Kilim demek belki de yanlış olur, duvara as seyret tablolar. İsa’nın son yemeği bile var. Önce Sentez’de halı dokuyan kızların yanlarına gittik, onlar bizden utanıp çekinirken, biz içerideki odada ipekböceklerinin yüzdüğü minik havuzdan nasıl ipek üretildiğini gördük. İpek de olsa böcük böcüktü.. çirkin işte çirkin. 2-3 kat olan ve etrafında kocaman bahçesi bulunan mekanda halılara baka baka gezdik. Halılar çok güzeldi ama pahalı.. yani bizim gibi orta karar Türklere göre pahalı.  Duyduk ki, bizim o sıralarda elimizi kolumuzu sallaya sallaya gezdiğimiz o koridorlarda bazen turistten geçilmiyormuş. Biz saat olarak nezih bir saatte gitmişiz. Bizim kuzenin eşi B’ye soruyorum “ bu kızların eli nasır tutmuyor mu” “yoohhh diyor bu kızlar yörenin en şanslı kızları, bu yörede hanımlar çalışır.. ne işleri var sıcağın altında tarlada,, buraya geliyorlar iki dokuyorlar, iki çay içiyorlar, yemekleri ayaklarına geliyor, koca dırdırı yok.. arada sıkılırlar müzik açıp dans ederler, onlardan şanslısı var mı ?”diyor...” he” diyorum, kabul ediyorum ben de…




Sonra iniyoruz Avanos merkeze.. hadi buralara geldik, bir çanakçılara uğrayalım diyoruz.  Bütün çanakçıların üzerinde Chez var, Chez Hakan, Chez Ali, Chez Galip... amanın bu çanakçılar Fransız mı acaba diye düşünürken, soruyorum delikanlılara. Delikanlının biri diyor ki “ eskiden buraya hep Fransızlar gelirmiş.. Fransızca chez birinin yeri demek.. öyle başlamış gelenek, sonra devam etmiş” diyor.  Ehh hadi bakalım girelim bir Chez’e diyoruz. Bize en çok önerilen Chez Galip’e giriyoruz. Çanaklar, testiler arasında geziyoruz bol bol. (o yöreye özgü Hitit eserlerinin de uyarlamaları var, ben çok sevdim… evde yeri olanlara tavsiye edilebilir). Bir de bu Galip ustanın değişik fantezisi var, dükkanının bir mağara odasını saç müzesi yapmış. Burada fotoğraf çekmek yasaktı ama bence oldukça enteresan bir yerdi. Gerçi daha sonra görüştüğüm bayanlardan bunun iğrenç olduğunu söyleyenler oldu ama bana değişik geldi. İçeride milyonlarca saç ve sahiplerinin adresleri duvarlara asılmış. Güya her sene bilmem kaçıncı erkek müşteriye rastgele bir isim çekmesi istenerek, seçilen adresteki bayana 15 günlük Kapadokya tatili veriyorlarmış. Ben de hemen aman bu tatil kaçar mı yaa,, dedim sonra da saçlarıma kıyamadım vermedim..hata mı yaptım acaba, ama hiç de pişmanlık duymuyorum.. Niye ki??



Ve yolumuz düştü Göreme’ye. Göreme de peribacaları, kaya-mağara evlerle iç içe bir yer. Önce kuzenin önerdiği bir yerde yemek yiyelim dedik. Ne yiyelim derken yöresel testi kebabını yiyelim dedik. Ben ilk kez yedim ama bir numara göremedim kebapta. Annemin yaptığı et soteden ne farkı vardı anlamadım...
Biz de Göreme  açık hava müzesinde bulduk kendimizi. Müze kartımızı gerine gerine okuttuk. O mağara senin, bu mağara benim, o kilise daha güzel, bu kilise daha güzel diye Hristiyanlığın zamanında önemli merkezini gezdik. Hem burada kiliselere girmek için tepelere tırmanıyor, hopluyor zıplıyorsun... Sonra da kapıdan çıkıp Göreme’nin muhteşem manzarası ile karşılaşıyorsunuz. Kiliselerin çoğunun içinde resimler hala canlı, hatta müze girişinin hemen sağındaki müze yeni düzenlenmiş, resimler ışıklandırılmış, mezar bölgelerinin içine camekanın altına iskeletler konulmuş.








Bilgi görgü böcüğü: Şimdi burada yaşayanlar ölülerini kiliselerin hemen girişindeki mezarlara gömerlermiş belli bir süre, ruhlarının arındığını düşünerek. Belli bir müddet geçtikten sonra da uzaklara gömerlermiş. Mezarlardan ve kapı girişlerinden biz süphelendik bu adamlar galiba kısacıkmış. Bir de her yerde tabii ki şaraphaneler var. Olmazsa olmaz…
Göreme müzesi çok güzel ama kapıdaki görevli amcalar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Öncelikle kiliselerin içindeki resimlerin hep gözleri oyulmuş .. Tabii ki bunu zamanında ülkemiz vatandaşları yapmış buna çok üzüldük ve utandık. Kapıdaki görevli amcalara gelince de kafamızda çok hoş görüntüler oluşmadı. Öncelikle ilk kiliselerden birine tırmanırken kapıdaki yurdum insanı amcaya sordum. Kim oymuş bu gözleri diye.. Çok sevdim bu amcayı görüntüsü çok modern olmasa da, Kadir İnanır’ın bakımsız, hafif toplu ama kötü giyinmiş, yanağında kocaman beni olan versiyonu olsa da,  hele diğer amcaları görünce kendisine sıcacık ısındım.  Dobra dobra dedi ki “ kim yapacak buranın cahil yerlisi, bilse buraların sonradan nasıl olacağını yaparlar mıydı?” sonradan da her sorduğumuz soruya candan cevap verdi. Her kilise kapısının önünde bir görevli var, ama diğer amcalar somurttular, sorularımızı geçiştirdiler. Biz de kızdık müzelerden sorumlu birimlere, neden buralara, dünyanın her tarafından bu kadar turist çeken bu eşsiz memlekete gözlerini zamanında oyduğumuz figürleri unutturmak istercesine genç dinamik aktif görevliler koymuyorlar. Mesela öğrenciler çalışabilir burada neden olmasın.
Sonra da biraz beyin fırtınası yaptık ama D’nin hakkını vermek gerek, o daha çok kafa çalıştırdı hatta ilk fikri ortaya o attı. Düşündük ki neden böyle güzel bir açık hava müzesi geceleri de açık değil? Özellikle yazın sıcak günlerde bilet fiyatları daha yüksek tutularak akşam gezintileri daha cazip olmaz mı bu müze için.  Şöyleeee güzel bir ışıklandırma ile mesela. Neden olmasın ne eksiğimiz var Granada’daki El Hamra müzesinden, ne?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder