Ne kadar zor
gittik, üstelik yürüyemedik de... Hayallerimizde Cinque Terre’de trekking
yapmak, oraları adım adım hissetmek yok muydu?
Vardı, vardı
ama...Maceramız Genova’dan çıkarken yanlışlıkla navigasyona parasız yolları
işaretlememiz ile başladı. Navigasyon bizi Genova’nın sabah saatlerinde bile
oldukça yoğun olan trafiğine soktu, çıkamadık. Hoş kısa bir Genova turu oldu,
marinadaki akvaryum reklamı dikkatimizi çekmedi değil ya da uzun uzun genelde
sarı ve turuncu renklerinin hakim olduğu küçük ferforje balkonlu evler.
Görmedik ama nedense burayı Brezilya’ya benzettik. Ben ara ara rüyalarımda
gidiyorum ya Latin Amerikaya oradan tanıyorum galiba...ama saat geçmeye
başladı, trafiğe takıldık da takıldık, son anda navigasyonda yaptığımız hatayı
düzeltmek suretiyle Liguria bölgesinin tepelerindeki hızlı paralı yola geçiş
yapabildik. Sıcacık kıyının havası tepelerde hafif puslu, serin orman havasına
büründü.
Kural 1: Arabanız olsa da
Genova’dan bu bölgeye şiddetle trenle gitmenizi öneririm. Yol hem uzun hem çok
virajlı. Çok pişman oldum virajları dönerken niye önceden bir emedur almadım
diye. Bir de yol üstündeki işaretler de şaşırtıcı. Zaten sadece ilk köyde
otopark varmış, diğer köylerin araba yolları daha da kötü imiş. Bu yüzden Genova’dan
trene atlayıp, köylere gitmekte fayda var. Hem zaman hem de direksiyon
başındaki enerji kaybından kurtulursunuz.
Biz de uzun
yolda gittik de gittik. Sanırım yanlış bir yola girmişiz. Hem benim virajlı
yollarda derinden sarsılan midemi sakinleştirmek hem de mis gibi kokan orman
havasını içimize çekmek için bir kilisenin önünde durduk. Kuşbakışı manzarası
bulunan kilise mi, manastır mı tam olarak anlayamadığım mekanın bahçesinde bir
sürü trekkingci yemek yemekte idi. Aslında burası tam bir trekking turizmi
olmuş ve konaklama ile yemek servisi veren eski bir dini kuruluşta durmuşuz.
Ben de trekkingci amcalara sordum, biz de giydik ya trekking kıyafeti (ama T
giymemişti, bana inat, geleceği mi gördü ne..oysa ki her yere trekkinge hazır
gider) “buradan ilk köye nasıl gidebiliriz” diye, “hımm” dedi (sanırım beni
anlamadı) aşağıdaki upuzun yokuşu göstererek. “Biz aşağıya indik yaklaşık 1
buçuk saatte sonra yukarı çıktık 3 saatte” . “Amanın dedim kaç kaç bu amcalar
in çık yapıyorlar, biz kıyıdan yürüyeceğiz.” Biz de azıcık dinlenip, geri yola
koyulduk. Gerçekten yanlış yola girmişiz fark ettik, geldiğimiz yolu geri dönüp
virajlardan döne döne ilk köye indik.
Bilgi görgü böcüğü: Zamanında 5 ayrı beylik olan ve birbirlerini
gören, genelde kayalıkların üzerine kurulmuş 5 köye Cinque-terre deniliyor.
Üzüm,üzüm ürünleri, badem gibi tarımsal ürünler ve balıkçılık hariç bu köylerin
gelirine son senelerde turizm de eklenmiş. Neden derseniz hem bu bölge Unesco
tarafından miras listesine alınmış, hem de bu bölgedeki muhteşem ormanlar milli
park haline getirilmiş. Trekking’in
Dünyada hızla ilerleyen bir akım olduğunu anlayan İtalyanlar, bu 5 köy arasına
trekking yolu da yapmışlar ki trekking seven, farklı tatlar arayan turistleri
ve trekking sever yerli turistleri de çekebilsinler. 5 köyün ismi batıdan
doğuya, Monterosso,Vernazza, Corniglia, Manarola
al-mare ve Riomaggiore. Bu köyler
arasında yürüyüş yolları her zaman açık olmuyor. Bölge sel alan bir bölge ve
2011 yılının Ekim ayında Vernezza köyü selden çok kötü etkilenmiş.
Yanılmıyorsam can kaybı olmuş. O yüzden trekking yolu kontrollü açılıyor. Bu
arada trekking yolu belli bir ücrete tabii. 5 köy arasında Genova’dan gelen ve
5 köyün bağlı olduğu La Spenzia’ya kadar giden tren var. Hop on hop off tren
bileti sanırım 10 euro civarında. Tren biletleri trekking yolunda da kullanılıyor.
Bunun haricinde üçüncü alternatif tekne ile köylere gitmek. Hop on hop off bot
turu da 12,5 euro. Zamanınıza gücünüze göre bu alternatif yolları
kullanabilirsiniz, yemek yemekle ya da alışverişle çok zaman harcamayacaksanız
zaten köyler çok büyük olmadığı için kısa zamanda gezilinilebilir.
Biz de varmıştık artık arabayla Monterossa’ya. Arabayı hemen köy
girişindeki 3 katlı otoparka park edelim dedik. Ama içeride birini bulmak ne
mümkün? Öyle böyle her tuşa basarak bir amcayı tatlı öğlen uykusundan kaldırmak
suretiyle otoparka girebildik. İçeri girince bir makine size yeşil bir top
veriyor. Çıkışta yine bu topu içerideki makineye atarak para ödeyip çıkıyorsunuz.
Ama sakın bu yeşil topu kaybetmeyin, sakın. Çünkü öyle kolay kolay civarda adam
bulunamıyor. Hemen otoparkın yanında sizi yeterince bilgilendirebilecek ve
haritalarla sizi donatabilecek turist information var. Oraya mutlaka uğrayın,
mesela biz yürüyüş yolunun kapalı olduğunu oradan öğrendik. Bize bir de bot ve
tren saatlerinin çizelgesini verdiler. O da çok işimize yaradı, mesela zamanımızın
az kaldığını fark edince botla gezmenin daha uygun olduğuna karar verebildik. Tekne
saatleri mevsime göre değişebiliyor.
Montressa’ya gelince, her köy birbirine çok benzese de (bu arada
Corniglia’nın limanı olmadığı için botlar yaklaşmadı, biz de dönüşte trenle de
gitmedik genelde tüm köylerin birbirine benzediğini görünce) sanırım Montressa
gayet uzun plajıyla diğer köylere oldukça fark atmakta. Yine İtalya’nın her
köşesinde olduğu gibi daracık sokaklar ve sokaklarda bol bol makarnacı,
pizzacı. Bizim Genova’dan gelmemiz uzun sürdüğü için yemek yeme zamanımız
gelmişti. Ama en yakın bot saatini de kaçırmak istemiyorduk çünkü Ekim ayı
olduğu için botlar 6 gibi bitiyordu ve saat 2ye gelmekte idi. Gezilecek 3-4 köy
vardı. Biz de hemen take away pizza alalım derken Trip advisor logolu Pizzeria
La Smorfia’ya girivedik. Ne seçelim ne seçelim derken garson bizi habire uyardı
çabuk karar verin mutfak kapanacak diye.
Kural 2: İtalya'nın çok yerinde geçerli olan bu kuralı unutmayın.
Yemeğinizi sakın 2-6 arasına denk getirmeyin. Sanırım aşçılar siestaya
bayılıyorlar, çoğu yerde mutfak kapalı olabiliyor.
Neyse biz de istedik yine ince domates soslu pizzamızı ve bu
bölgeye özgü yöresel bir pizza olan (üzerinde sebzeler olan özel ekmek ya da foccacia’yı),
bizden sonra gelen müşterilerin geri gönderilmesini de acıyla seyredip, iş
bölümü yaptık. Sen pizzaları bekle, ben şuradaki marketten içecek alayım.
Hersey tamamdı. Şimdi sahile depar atma zamanı gelmişti. Bu köyü akşam gelince
nasılsa dolaşırdık. Zaten çok da büyük değildi. 12,5 euroyu verip hop on hop
off bot biletlerimizi aldık, da o sahildeki sıra ne kadar çoktu. Günün geç
başlamasını hazmedemeyen ben arkadaki yaşı oldukça geçkin gruba yüksek
saygısızlıklarımla bota atmaca gibi atlayıp, üst kattaki üstü açık mekana hemen
yerleşiverdim. Sevgilim T yanıma gelene kadar, sürekli botta köşe kapmaca
oynayacağımız yaşlı teyze ve amcalar da yerlerini almaya başlamışlardı bile.
Üstü açık yerde oturalım dedik ama Ekimin başında bu kadar sıcak olacağı aklıma
gelmemişti bile. Tekne kalktı, ve Vernazza’ya doğru yollanmaya başladık. Biz de
o kadar açtık ki pizzayı hüpledik (güzeldi, hamuru ,incecik ve suluydu) ama foccacia’yı
bir açtık.. Domuzlu.. halbuki ben sebzeli sanmıştım alırken ya da onlar yanlış
anladı. Neyse zaten pizza hayli hayli yetti. Karnımız doyunca deniz ve Vernazza
manzarasını daha iyi idrak etmeye başladık. Bu köy oraya özgü yuvarlak hatlı kilisesiyle
uzaktan çok tatlı tatlı görünüyordu. Hemen girişte solda ufak bir kalesi var.
Dar sokaklardan geçilerek çıkılan ve üstünden tüm köyleri görebileceğiniz bir
manzarası bulunan kalesi. 2011 yılının Ekim ayında selden oldukça kötü
etkilenmiş bu köy, zaten dükkanların önünde selden kalma resimlerini koymuşlar,
ibret olsun diye. Sevimli ama küçük bir köy. Sadece yukarı çıkan uzun bir
caddesi var. Evler yine dipdibe, yine çamaşırlar sıra sıra asılmış (bayılıyorum
İtalyanların çamaşır sevdasına, bir de çamaşırları sıralı asma sevdalarına),
sokalarda bol bol şarkıcı, kapı önü dedikodu yapan teyzeler amcalar, banklarda
pür dikkat kitabını okuyan teyzeler, sokak hayatı çok zengin bu italyanın küçük
şehirlerinde. Büyük şehirlerde ancak turist görüyorsunuz ama küçük mekanların
sokaklarındaki scooter koşturan yavruların peşinde anneler, teyzeler, kapı önü
muhabetçileri daha ilginç bence.
Vakit geldi, yine her zaman olduğu gibi koştura koştura bir
sonraki köye gitmek için sahile indik. Bu arada Vernazza da da kayalıklardan
denize girenler vardı. Bu sefer teyzelere yol verdim, teknenin kıçına giderek
daha havalı (ve sulu) yolculuk yapmaya karar verdik. Tekne Corniglia’da
durmadığı için bir sonraki durak Manarola idi. Manarola köyü kayaların
üzerinden tamamen burnunu denize uzatmış bir köy. Vernazza’ya göre daha
büyük. Yine yukarı doğru uzanan yokuşun
dibinde sıra sıra evler, çamaşırlar, kulakların pasını alan sokak sanatçıları,
el kol haraketli sokak muhabbetleri ve yine kayalıklardan korkusuzca denize
atlayan çılgın italyanlar.
Manarola’nın meşhur manzarası ise köyün hemen sol tepesindeki
mezarlık civarından çekiliyor. Manarola ile son köy arasındaki kısa ama kolay
yola da Ünlü Aşıklar Yolu” Via dell’Amore” deniyormuş. Biz yürüyemedik ama fırsat bulanlar sanırım bu
yolu sevebilirler. Acaba ne vardı ki yolda, merak ediyorum.
İşte denize karşı salınan evlerin manzarasını bir oradan bir
buradan çekelim derken son köye bot yaklaşmakta idi. Yine koşa koşa yetiştik ve
son köyümüz Riomaggiore’ye gidip gün batımını seyretmek vardı.
Riomaggiore da yapı olarak kayalıklara oturtulmuş, sıkışık
evlerden oluşmuş, tepelere kadar tırmanan bir köy. Sanırım balıkçılık burada çok
daha fazla çünkü, her yerde balıkçı tekneleri var.
Burada bu yörede dalmak isteyenler için bir dalış merkezi de
bulunmakta. Köyün denize bakan girişindeki kayalıklardan da gün batımını
seyretmek çok güzel oluyor. Öyle böyle derken köyü karış karış dolaştık, artık
yavaştan acıkıyor muydum ne?? Yanımdaki kese kağıdının içindeki kızarmış küçük balıkları
limonla lezzetlendirip lezzetlendirip yiyen turistlerde nereden çıktı şimdi??
Ne balığı olduğunu anlamadım çok küçüklerdi ama benim canım çekmedi mi?? Ama
sevgilim T hatırlattı upuzunn ve virajlı bir yolumuz var Genova’ya. Ya miden
bulanırsa,, offfff ne çelişki yaa,, yesem mi yemesem mi derken yemedim. O
güzelim balıkları hüpleyemeden ilk köye Monterosso al mare’ye trenle
dönüverdik.
Ama aklıma düştü mü bir daha o balıklar. Monterosso’da da gündüz
görünmeyen tüm balık lokantaları hazinelerini sergilemeye başlamışlardı ama
balık sevemeyen biri ile beraberim. Biz de başladık böyle kese kağıdında balık
satan yer aramaya. O kadar balık satan yer arasında olmaz mı??
Kural3: Bugünün işini yarına bırakma, canının çektiğini hemen ye..
kese kağıdında balık sadece son köyde satılıyor. Ama oturup rahat rahat balık
yerim, kalamarları götürürüm dersen de ilk köyde çok alternatif var. Bir de
konuyu dağıtıp, makarnaya giriş yapacağım ancak pesto sos bu bölgeye ailt. Yani
liguria bölgesinde meşhur soslar
bulunmakta. Ancak bu sosların son kullanma tarihleri daha yakın olduğu için
havaalanlarından almak daha mantıklı olabilir. Çünkü hem uçak soğuk oluyor hem
de havaalanlarında satılan sosların son kullanma tarihleri daha ileri.
Ah işte bakın bu gördüğünüz kareyi çekmeden önce sevimli aşçı amca ile bayağı muhabbet ettik
bu pencereden. O italyanca benim de nece konuştuğum belli olmadığı için, bu
sevimli amcaya kızarmış küçük balık satıyor musunuz, kese kağıdında diye
sorunca o da kediye istediğimi sanıp, kediye ancuez verdi. (ben de öğrendim
küçücük balık: ancuez) Şimdi bu sevimli aşçı amcaya balıklar ile hasır nesir
iken bakan bu çocuk ve kediden guruldayan karnımın ne farkım var? Sorarım size…
Bunlar da size haritalar, örnek olması amacıyla...
Bir sonraki yolculuk Portofino’ya…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder