23 Mart 2013 Cumartesi

Ah Sandıma ah… Sırılsıklam ettin bizi



Ekim ayının son günlerinde böyle yağmur böyle yağmur bekler miydik Yalıkavak’da? Denize içimiz cızladığı halde cengaverlik gösterip giremeyince (netekim birkaç gün sonra girdim) hayatımıza yeni bir değişiklik katalım Bodrum’un tepelerinde trekking yapalım demedim mi, bir de üstüne tüm aileyi gaza getirmedim mi?
Gaza gelmişiz ama havanın limonatalığına takılıp yağmur  için gerekli malzemeleri almadan Yalıkavak’ın Kayaköy’ü diye lanse edilen Sandıma’ya doğru yola çıktık. Yol çok kolay bir yol, Yalıkavak otogarından yukarı doğru dümdüz çıkmaya başlıyoruz. Çitlerin ve kireç badanalı duvarların arkasında kalan mandalina bahçelerinin kokusunu içimize çeke çeke yürümeye başlıyoruz. Mandalina bahçelerinin bitmesi ile eğimli toprak eğimli yol karşımıza çıkıyor. Güneş bir gözüküyor bir kayboluyor ya sıcaktan bunalmıyoruz, arada dönüp Yalıkavak manzarasına bakıyoruz. Manzara güzel ama asla Yalıkavak’a tepeden bakan yeldeğirmenlerinin hemen yanındaki şahin tepesi gibi değil. Yine de yürüyoruz.  Yalıkavak’tan yaklaşık 1 km uzaklıktaki Sandımaya ulaşınca ise hayal kırıklığı başlıyor. Nerede Kayaköy nerede Sandıma. Bizi girişte karşılayan inekler bile yukarıda fantastik birşey yok gibisinden bize bakıp bakıp möölüyorlar. Ama azimliyiz, üstelik babamı ve annemi de gaza getirmişim, daha ne olsun? Bu arada kara bulutlar üstümüzde derin bir gölge oluşturdu. Derken karşımıza Nuriş sanat evi çıktı.



Bilgi görgü böcüğü:  Sandıma ismi garip olmasına rağmen eski bir Türk köyü, kesinlikle Rum köyü değil. Korsanlardan kaçmak için muhteşem manzaraya bakan köyün sakinleri daha sonra Yalıkavakta deniz kenarının yanındaki bahçelerine yerleşince köyde boş kalmış. Ancak Kayaköy gibi ören yeri olmadığı için de ortalık özgürlüğünü ilan etmiş yabani otlardan geçilmiyor. Sanatçı karı kocanın yaşadığı ve eski taş binalardan, ahırlardan oluşturulmuş Nuriş Sanat evi ise neredeyse tek yerleşim  mekanı köyde. Nuriş sanat evinin sakinlerinden İsmail Bey 87 yaşındaki bir amcanın da inatla yaşadığını söylüyor köyde ama biz onu göremedik.




İyi ki de çıktı karşımıza bu ilginç sanat evi yoksa söyle bir bakıp dönecektik Sandıma’dan.  Nesi ilginç derseniz,  her yeri.  Ev sahipleri  evin her yeri sanat eseri gibi boyamışlar. İçeri girince İsmail bey çıkışta istediği sadaka karşılığı sanat evini yatak odaları hariç karış karış gezdiriyor. İçeride bulunan değişik malzemeler kullanılarak yapılmış heykelcikleri, resimleri tek tek anlatıyor hikayeleri ile İsmail Bey. Eşi o gün olmadığı için onun da İsmail Bey gibi sıra dışı bir kişilik olup olmadığını anlayamadık. Ama başka türlü nasıl olabilir ki, tencere yuvarlanır kapağını bulur, değil mi?




Bir de evin her yerini kediler istila etmiş. Terastan Yalıkavak manzarasını kuyruklarını sallaya sallaya izlemiyorlar mı? Benim kediden fazla hoşlanmaz annemin de zırt pırt dibinde bitmiyorlar mı?


Sanat evinin enterasan mekanlarını gezip sadakamıza da verip, Yalıkavak’a doğru yol almaya başlıyoruz.









Ama o da ne? Şimşekler, yıldırımlar eşliğinde deli gibi yağmur altında dımdızlak 4 kişi… Bodrumun yağmuru da fena oluyor. Kara bulutlar sürekli üstümüzde, asla bırakmıyorlar bizi… sırıl sıklam olayını aştık sanki ,, koşsak bir türlü dursak bir türlü, ağaçlar koruyamıyor bile bizi…Derken  Yalıkavak mandalina bahçelerine kavuşuyoruz ki ortalık kupkuru. Nasıl bir yerel yağışın altında kalmışız yahu… Herkes bize bakıyor, deniz terste bunlar nerede ıslandı diye…
Aslında azıcık korkmadım değil, o yıldırımlar üstümüze düşerse diye… Biraz adrenalin iyidir:)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder