Ekim ayının son günlerinde böyle yağmur böyle yağmur bekler
miydik Yalıkavak’da? Denize içimiz cızladığı halde cengaverlik gösterip
giremeyince (netekim birkaç gün sonra girdim) hayatımıza yeni bir değişiklik
katalım Bodrum’un tepelerinde trekking yapalım demedim mi, bir de üstüne tüm
aileyi gaza getirmedim mi?
Gaza gelmişiz ama havanın limonatalığına takılıp yağmur için gerekli malzemeleri almadan Yalıkavak’ın
Kayaköy’ü diye lanse edilen Sandıma’ya doğru yola çıktık. Yol çok kolay bir yol,
Yalıkavak otogarından yukarı doğru dümdüz çıkmaya başlıyoruz. Çitlerin ve kireç
badanalı duvarların arkasında kalan mandalina bahçelerinin kokusunu içimize
çeke çeke yürümeye başlıyoruz. Mandalina bahçelerinin bitmesi ile eğimli toprak
eğimli yol karşımıza çıkıyor. Güneş bir gözüküyor bir kayboluyor ya sıcaktan
bunalmıyoruz, arada dönüp Yalıkavak manzarasına bakıyoruz. Manzara güzel ama
asla Yalıkavak’a tepeden bakan yeldeğirmenlerinin hemen yanındaki şahin tepesi
gibi değil. Yine de yürüyoruz.
Yalıkavak’tan yaklaşık 1 km uzaklıktaki Sandımaya ulaşınca ise hayal
kırıklığı başlıyor. Nerede Kayaköy nerede Sandıma. Bizi girişte karşılayan
inekler bile yukarıda fantastik birşey yok gibisinden bize bakıp bakıp
möölüyorlar. Ama azimliyiz, üstelik babamı ve annemi de gaza getirmişim, daha
ne olsun? Bu arada kara bulutlar üstümüzde derin bir gölge oluşturdu. Derken
karşımıza Nuriş sanat evi çıktı.
Bilgi görgü böcüğü: Sandıma
ismi garip olmasına rağmen eski bir Türk köyü, kesinlikle Rum köyü değil.
Korsanlardan kaçmak için muhteşem manzaraya bakan köyün sakinleri daha sonra Yalıkavakta
deniz kenarının yanındaki bahçelerine yerleşince köyde boş kalmış. Ancak
Kayaköy gibi ören yeri olmadığı için de ortalık özgürlüğünü ilan etmiş yabani
otlardan geçilmiyor. Sanatçı karı kocanın yaşadığı ve eski taş binalardan,
ahırlardan oluşturulmuş Nuriş Sanat evi ise neredeyse tek yerleşim mekanı köyde. Nuriş sanat evinin sakinlerinden
İsmail Bey 87 yaşındaki bir amcanın da inatla yaşadığını söylüyor köyde ama biz
onu göremedik.
İyi ki de çıktı karşımıza bu ilginç sanat evi yoksa söyle
bir bakıp dönecektik Sandıma’dan. Nesi
ilginç derseniz, her yeri. Ev sahipleri
evin her yeri sanat eseri gibi boyamışlar. İçeri girince İsmail bey
çıkışta istediği sadaka karşılığı sanat evini yatak odaları hariç karış karış
gezdiriyor. İçeride bulunan değişik malzemeler kullanılarak yapılmış
heykelcikleri, resimleri tek tek anlatıyor hikayeleri ile İsmail Bey. Eşi o gün
olmadığı için onun da İsmail Bey gibi sıra dışı bir kişilik olup olmadığını
anlayamadık. Ama başka türlü nasıl olabilir ki, tencere yuvarlanır kapağını
bulur, değil mi?
Bir de evin her yerini kediler istila etmiş. Terastan Yalıkavak
manzarasını kuyruklarını sallaya sallaya izlemiyorlar mı? Benim kediden fazla
hoşlanmaz annemin de zırt pırt dibinde bitmiyorlar mı?
Sanat evinin enterasan
mekanlarını gezip sadakamıza da verip, Yalıkavak’a doğru yol almaya başlıyoruz.
Ama o da ne? Şimşekler, yıldırımlar eşliğinde deli gibi
yağmur altında dımdızlak 4 kişi… Bodrumun yağmuru da fena oluyor. Kara bulutlar
sürekli üstümüzde, asla bırakmıyorlar bizi… sırıl sıklam olayını aştık sanki ,,
koşsak bir türlü dursak bir türlü, ağaçlar koruyamıyor bile bizi…Derken Yalıkavak mandalina bahçelerine kavuşuyoruz
ki ortalık kupkuru. Nasıl bir yerel yağışın altında kalmışız yahu… Herkes bize
bakıyor, deniz terste bunlar nerede ıslandı diye…
Aslında azıcık korkmadım değil, o yıldırımlar üstümüze
düşerse diye… Biraz adrenalin iyidir:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder