23 Mayıs 2013 Perşembe

Sarı Mardinle vedalaşma: Meşhur olduk heyooo

Ve Geldik Mardindeki son ama en eğlenceli günümüze. Urfa-Hasankeyf-Mor Gabriel-Midyat derken oldukça yorgun düşmüş bünyemize Mezopotamya ovasına karşı iyi bir kahvaltı yaptırdıktan sonra gezmediğimiz son birkaç yeri kalan yarım günümüzde tamamlamayı kararlaştırdık.
Bir gün öncesinde olduğu gibi yine Musa bize hızır gibi yetişecek, eğlenceli arkadaşlığı, arada yaptığı Arapça konuşmaları ve verdiği bilgiler ile eşlik edecekti. Ama bilmiyordu ki bizim karın kasları gülmekten çatlayacak günün ilerleyen saatlerinde.
Herşey öncelikle Zinciriye Medresesine gitme ve oradan çıkışta Musa ile buluşma kararı ile başladı. Bu medrese şehrin içinde ve çok da uzun olmayan Mardin’in tek caddesinin ortalarında bir yerde ki biz de 10 dakikada yürüdük. Hem bu arada dün akşam aklımızın kaldığı Hayalet ve kafadan çatlak fıstıklardan ve saçlarımızın ahenkle dans ettireceğini heyecanla beklediğimiz keçi sütü sabunlarımı almak için dün akşam uğradığımız dükkanlara uğrama şansımız da oldu.




Zinciriye Medresesi’nin dik ve uzun merdivenlerinde soluk soluğa çıkarken maceranın yeni başladığını bilemezdik ki… Medrese çok güzel  ancak üst katları ziyarete kapalı. Hala eğitim için kullanılan bir medrese, içinde dille ilgili enstitü var. Medrese tam tepeden Mardin’e ve ovaya bakıyor. Bir de üst kata çıkabilseydik eminim daha da muhteşem manzaralar ile karşılaşacaktık.
Medresenin alt katında T, Zıp zıp ve ben gezinirken içeri oldukça değişik tipleri bir arada barındıran cıvıl cıvıl bir genç grup girdi. Bir okul gezisi ile oraları gezdikleri her hallerinden belli olan grup medresenin kapısından içeri girer girmez çil yavrusu gibi dağılıp medresenin çeşitli yerlerinde kendilerine sosyal paylaşım sitelerinde gururla kullanabilecekleri artist pozlar vermeye başladılar. Bu arada da ben fotoğraf makineme bakılıp utanılmadan “offff makineye bak” lafını sindirmeye çalışırken beni hızla kollarımdan çeken T kalabalıktan uzaklaştırarak can sağlığımı sağlamaya çalışıyordu. Zıpzıpın da kendisini bu hengameden başarıyla kurtardığını fark edip tam medrese kapısına çıkmış soluklanırken en arkadan gelen genç arkadaş benim ve T’nin ekipman ve tipine bakarak önce “English” dedi. Şoku atlatamayan bizim bön bön bakmamız üzerine “french” diye sordu. Ancak jeton düştüğü için yok ya biz Türküz diyebildik.






Grup medreseyi gezerken, biz de kendimize güzel bir yer bulup Artık Mardin’in hangi meşhur camisi olduğunu tam olarak bilemediğimiz bir cami ve Mezopotamya ovası fonuyla sıra sıra fotoğraf çektiriyorduk. Hava hafif ılık ve sakindi. Adeta fırtına öncesi sessizliğin bedenlerde yarattığı ürpertiden yoksundu. Yine de garip giden bir şey vardı. Grup medreseden çıkmış, bize doğru geliyordu. Eee bunun neresi garipti. Herşey normal gidiyordu. Peki o bize doğru gelip de zıpzıpa bakıp “bir fotoğraf çekinebilir miyiz” diye kız da nereden çıkmıştı. Zıp zıp ile karşılıklı bakışmamızda aynı dili konuşup kızın kendi fotoğraflarını çekmemizi istediğini düşünerek yanlış mı düşündük? Yanlıştık.  Zıpzıp’ın “tabii çekerim bir foto” demesi üzerine “hayır biz sizinle foto çekinmek istiyoruz, sizi çok sempatik bulduk” cevabı hem şaşırtıcı hem de Zıpzıpı kıskanmam için geçerli bir neden idi. Bir anda Zıpzıp’ın yanında beliren ve üst üste pozlar çekilen bir kısım grup üyesi ancak beni de sempatik bulduklarını söylerlerse ben de foto çekinirdim netekim “beni de sempatik buldunuz mu” sorusuna olumlu cevap gelince ben de kendimi bir foto çılgınlığı içinde buldum. Hangi makineye bakıp kimle poz vereceğimi, bilemeden şaşkın şaşkın kapıldığım bu foto selinin şokunu atlatıp henüz Kıvanç Tatlıtuğ’un sokakta karşılaştığı çılgın hayran kitlesine profesyonel davranma moduna girmek üzereydim ki gözüme takılan kare beni benden etti. Kızlar tarafından etrafı sarılmış T’m, Stockholm sendromuna girmiş, kendisini tutsak etmiş kızlara  daha önce benle beraber vermesi için kafasının iyi olması gereken sempatik pozlar vermiyor mu? Bir yandan benimle foto çekinmek için yanıma sıra sıra gelen kalabalığa güzel poz vermek bir yandan da “heyytt kızlar o benim kocam “ demeye uğraşırken bu duyduğum replik de nedir Allah’ım ….. T nin yanına girip diğer kızları egale etmiş bir arkadaşımızın ağzından çıkan bu kelimeler kabul edilebilir mi?  “Ben bu abiyle tek fotoğraf çekinmek istiyorum”
Artık benim için zaman durmuştu, poz verdiğimiz genç arkadaş sayısı, denklanşöre basılma sayısını takip edemez olmuştum. Ben de bu kendini bırakmışlıktan çıkıp küllerinden yeni doğmuş anka kuşu gibi sıyrılarak aaaaa hadi beylar bayanlar bana da poz verin o zaman dedim. Fecabook, gmail hesapları havalarda uçuşurken bir yandan da son anda Diyarbakır’da bir liseden okul gezisi ile gezmeye gelmiş bir grupla karşı karşıya olduğumuz anladığım anda benim de yakuşuklu delikanlılar güzel kızlardan alelacele çektiğim fotolar burada, hocaları yeter artık hadi gidiyoruz deyip grubu toplarken.




Bu çılgın gençler bizi çok eğlendirdiler. Gülmekten karın kaslarım ağrıya ağrıya Musa’ya nasıl kocayı son anda kurtardığımı anlatırken bir yandan da ünlü olmanın nasıl bir şey olduğunu anladım. Heyyyt Mardin de ünlü olduk.. asıl gençler bizi bıraktıktan sonra bir evin rampa bahçesindeki keçinin aşağıdan fotosunu çekeceğim derken keçi sidiği banyosu yapaydım o zaman daha da meşhur olacaktım.. “Annnnaaa işiyor kaç kaç” diye ben kaçarken şırıl şırıl işeyen keçiye bakıp “hayatımda ilk defa işeyen keçi gördüm” demesi zıpzıpın ne kadar da manidardı. Keçinin bahçesine işediği evin dış kapısı açılınca içeriden yeni bir keçi ve yavrusunun çıkıp kapının az ilerisine işemeleri ise üzerine  Zıpzıp’ın ağzı açık “aaaa bir günde iki kere işeyen keçi gördüm “demesi daha manidar sahneler yaşattı bize. Bir taraftan Mardin’in olmazsa olmazı eşekleri dar sokaktan bizi yara yara geçerken ben de keçinin yavrusunu sevmeye çalışıyorum ama az tırsıyorum galiba anası toslarsa diye. Sahibine ben sevemedim siz sevin de bakalım dememiz üzerine “severim onu ben, Allah’ın yarattığı sevilmez mi” demiyor mu? Ne güzel bir an, sidikten kaçmış olsak da…









Bizi Musa çağırıyor, kuzuyu eşeği, eğlenceli grubu arkamızda bırakıp koşa koşa iniyoruz basamakları. Musa bizi şehrin 3-4 km uzağında bulunan çok ulaşımı kolay olmayan  MS .3-4yy’a geçmişi dayanan Deyrulzafaran Manastırına götürecek.
Manastıra giriş 3 lira gibi bir fiyata tabii. Yine tertemiz bir manastır, yemyeşil ağaçların arasında yer alıyor. Bir bakıyorum manastırın meşhur safran çayı ve safranlı kurabiyesi var. Eehhh be en sonunda kafam çalışmaya başladı. İki gündür bu manastırın ismini öğrenememiş ve habire atıp durmuştum, bilemedim safran ile alakalı olduğunu. Bu manastırda da safran üretilip işleniyormuş, dolayısı ile ismi de oradan geliyormuş.



Yine huzur dolu bir manastır geziyoruz, sarı taşlarının arasından. Mor Gabriel’de de olduğu gibi bizi görevli gezdiriyor. Halen kullanılmakta olan ve 52 din adamının yattığı mezarları, ibadethaneleri gösterip zamanında Timur’un altın ve gümüşleri almak için erittiği duvarları gösteriyor görevli. Manastırdan çıkıp uçsuz bucaksız tarım alanlarına bakıyoruz bol bol oksijeni çekiyor ve son durağımız Kasimiye Medresesi’ne doğru yol alıyoruz.



Medrese şehirden biraz aşağıda, yürünmesi çok kolay olmayan bir yerde yine ovaya doğru süzülmüş. Yine 1400-1500’lü yıllardan kalan Medrese bakımsızlığı ile ihtişamını kaybetmeye yüz tutmuş bir hali  ile bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Halbuki zamanında ne geometriler, ne astronomi dersleri verilirmiş burada. Küçük küçük neredeyse birebir eğitim verilecek şekilde küçük olan odaları gösteriyor Musa bize. Kapıların boyu hep küçük, eğilerek içeridekine saygıyla girilsin saygıyla çıkılsın diye. Ortada kocaman bir havuz var. İnce bir yoldan akıyor sonra genişliyor. Doğum yaşam ve ölüm üçlüsünü, hayatı simgeliyor. İçeride panolar var, zamanında medresede neler keşfedilmiş, neler bulunmuş anlatan.. ama panolar tozlu bakımsız.. üzülüyoruz. Niye manastırlar tertemiz güzelken, medreseler niye unutulmuş. Hepimiz bu vatanın evlatları değil miyiz? Süryani, Müslüman, Yahudi, yazedi,….niye unutuyoruz İslam tarihini. Sadece Topkapı’ya bakmakla olmuyor, lütfen kökenlerimizin bir parçası olan ve yanlış amaçlarla kullanılmadan önce bilim irfan yuvası olan Medreseleri, kervansarayları,m hoyratları da korumalıyız.
Kasimiye medresesinin haline üzülürken, kapıdaki benim dediklerimden hiçbir şey anlamayan bu kızcağızın anlamlı bakışlarını fotoğraflarıma eklemeden yapamadım…
Güle güle Mardin….





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder