Bu huzur mu huzur dolu günbatımı olmasa bu heyecanlı günün
yorgunluğu nasıl atılacaktı?
Kaş’ın ortasında yüzyıllara meydan okuyan lahitin hemen
yanındaki sokakta yeni keşfettiğimiz, hem yemeklerini, hem şirin ortamını hem
de müzik tarzını çok beğendiğimiz Köşe Başı kafe olmasa gün boyu deli gibi
acıkmış midemiz, kulaklarımız nasıl doyacaktı?
Günlerce arayıp zor bulduğum özel model Buff’un kano
macerasından havalı havalı dönerken kafamdan uçup gitmesiyle basiretimizin bağlanarak
şoföre arabayı durdurtacak gücümüzün olmaması üzerine birkaç gündür kendisine derinden
bağlandığım ufak bez parçasının hızla uzaklaştığımız yolun üzerinde yeni
sahibini bekler halde görünce ağlayan içimi, Kaş merkezdeki spor kıyafetleri
satan dükkan olmasa kim dindirecekti?
Neden böyle içli içli yazmışım ki, aslında geriye dönük
bakınca deli gibi güldüren bir maceraydı son gün yaşadıklarımız. Bir kadın bir
erkek dizisine bakıp ta “çok saçma şeyler yapıyor bunlar ya ben asla yapmam” dememek
gerekmiş. Kendimi dizinin karakteri gibi hissettim geriye döndüğümde. Sanki
karakter ruhuma sahip olmuş, beni ele geçirmiş ve yönlendiriyordu.
Sabah erkenden kalkıp Purple House’ta etrafta bir sürü
yürüyen tavuk varken yumurtaların neden markalı olduğunu anlamaya çalıştığım
ama bir o kadar da güzel doyduğum kahvaltı sonrası yola çıktı. Çay yetmemişti,
ama önümüzde inekli yol olduğu için doğal yollardan uyandım, neyse ki o gün inekler
bize saldırmaktan çok otlanmayı düşünüyorlardı. İskeleye gidip kendimizi tekne
ile Üçağız’a attıracaktık. Asıl kaptan olmayınca hanımı bizi götürdü. Kendisine
yaptığım “teknelerin sultanı” esprisinden zerre kadar hoşlanmadığını anladığım
bayan kaptanımız kullandı tekneyi, biz de sabah serinliğine ayaklarımızı
uzattık, ara ara gelen deniz sularından faydalandık. Yürüyüş bitmişti. Aramızda
yeteri kadar enerji harcayamamış arkadaşlar için kano turuna katılacaktık.
Aslında ben bu fikir T tarafından ilk ortaya atıldığı gün
açık açık güçsüz kollarıma bakarak, kano kullanmanın benim için gayet ütopik
olduğunu, sadece partnerim çekerse bu eyleme katılabileceğimi belirtmiştim. T
güçlü zannettiği kollarına bakarak “ben sürerim merak etme, hiç korkulacak bir şey
yok” dedi. Grubun tüm elemanları istekli olduğu için itiraz etme hakkımın
olmadığına karar verdim. Aslında için için ben de merak ediyor bu macerayı,
sanki hayatta yapılacaklar listemde başarılı kısma bu maddeyi eklemem
gerekiyormuş gibi hissediyordum. Ya saatler
sonra,, kollarım tutmazken ne hissediyordum?
Öncelikle 6 çift yan yana dizilerek profesyonel kanocu
arkadaşlar tarafından küreği nasıl tutmamız, birlikte nasıl hareket etmemiz,
deniz trafiğinde nasıl davranmamız konusunda bilgilendirildik. 6 çiftten sadece
2 çift Türk’tük. Ben ve T eş durumundan aynı kanoya binerken bunun ileri
saatlerde çok yanlış bir karar olduğunu, nasıl babadan kocadan araba kullanmayı
öğrenmek çok sinir bozucuysa, kocayla kano kullanmanın da çok zor olduğunu
anladım.
Gruptaki yabancılar, 1 hamile de dahil olmak üzere gayet
cılız gözükürken, Anıl ve Özgün de kaslı kollarıyla grubun parlayan yıldızları
gibiydiler.
Bilgilendirme bitti, yavaş yavaş kanolara oturuldu. Önce en
uzun rotayı geçip Üçağız’ı korur gibi karşıdan çevrelemiş Kekova Adasına
gidecek, orada dinlenme molasından sonra Kekova adasının kenarından batık şehir
üzerinde biraz ilerledikten sonra Simena’ya gidecektik. Simena’daki dinlenme
molasından sonra da günün en kısa rotası olan Simena Üçağız arasındaki yolu da
geçerek günü tamamlayacaktık.
Ufukta gözüken Tersane koyu denilen ve teknelerin
yanaşmasına izin verildiği yere baktıktan sonra hemen adapte olmak adına Türk
zekamı kullanarak kanoya atladım. Amacım hemen duruma uyum sağlamak ve güçsüz
kollarımın ileride yaşama ihtimali olan diğerlerinden geri kalma olasılığını minimize
etmekti. Ama nasılsa arkamda cılız kollarında birer kaplan bulundurduğunu iddia
ederek bana sonsuz güven sağlayan T’m vardı. Herkes kanosuna yerleşmeye
çalışırken biz çoktan kanomuza alışmış, sanki elimizin kiriymiş bu eylem gibi
burnu havalarda tavırlar takınarak koyun sağın solunda alıştırmalar yapıyorduk.
Bir anda ne olduğunu anlayamadık ama herkes yola koyulmuş biz gereksiz
geyikleri yaparken oldukça yol almışlardı. Biz bir anda grubu yakalamaya
çalışırken dakikalardır diğerleriyle hava atmak suretiyle yakaladığımız ahengi
bir anda kaybetmiş, bir ileri bir geri hiç ilerlemiyor, olduğumuz yerde
yalpalayıp duruyorduk. Öndeki grup neredeyse yolun üçte birine varmışken biz
daha bir arpa boyu yol alamamış, artçı arkadaşı iyice tedirgin etmiştik. Artçı
Ahmet bizi rencide etmeyecek şekilde önümüzde eşyalarımızı taşıyan tekneyi
göstererek, isterseniz sizi oraya bağlayalım, arkadaşlara yetişip oradan hep
beraber devam ederiz dedi. Ben baştan yenilgiyi kabullenmenin hücrelerimde
yarattığı huzursuzluğu yenmeye çalışırken bir yandan da grubun en eziği gibi
gözükmek istemeyip, en azından diğerlerine yetişerek yolun devamına temiz bir
başlangıç yapacağımı umuyordum. Bu teklifi kabul ettik. Her gün tekne sürüp
kanocuların eşyalarını taşıyan tekneyi kullanan bermuda şortunun üstüne balkon
kıvamlı Türk kasını gerindikçe açık bırakan bir t-shirt giymiş kıvırcık saçlı
kaptan ise yaptığı işin monotonluğunun bir anda bizim gibi bir çift ile delineceğini
fark ederek uykulu gözlerini sonuna kadar açmaya başlamıştı. Önce tekneyi kanoya
bağladı, biz havalı havalı diğer gruba hızlı bir şekilde katıldıktan sonra,
bizden cacık olmayacağını fark ederek eşyaların dizildiği teknenin arka kısmına
uzanıp bütün dikkatini bize vermeye başladı. Sanırım onun için günün eğlencesi
başlamıştı. Ya bizim için? Bir türlü T ile ahengi tutturamıyor, kürekten gelen
sularla sırılsıklam oluyorduk. Padişah sandalıyla gelmiş gibi grubun diğer
üyelerinin yanına yorulmadan gelmiş olmamıza rağmen bir türlü performans
sağlayamıyor, diğerlerine yetişemiyor hep arkada kalıyorduk. Artçı Ahmet” bize
hadi yaparsınız biraz daha gayret” diye gaza getirmeye çalışıyor ama kol
kaslarımızın güçsüzlüğü, teknik yetersizliğimiz bizi engelliyordu. O kadar
yavaş ilerliyorduk ki, artık grubun diğer yanı ufuk çizgisi gibi bize uzak
gözükmeye başlamıştı. Küreği yanlış kullanmaktan mı bilinmez sırılsıklamdık. Neyse ki hava çok
sıcaktı. Kıvırcık amcanın bakışları üzerimizden ayrılmıyordu. T ile hafif hafif
tartışmaya başlamıştık bile. ”Hani ne
oldu cnm senin o kuvvetli kaslarına/ya cnm senkronize ol bana göre ayarla da
gidelim/ hey Allah’ım en geride kaldık nasıl olur hadi t hadi t”. Bir anda Ben bilmem eşim bilirdeki hiç tasvip
etmediğim hırslı bayanlar gibi çemkirmeye başladığımı fark ettim ama kendimi
tutamıyordum, öndeki 5 çiftten bizim neyimiz eksikti? Bizi bu kadar geri koyan
neydi? Bir anda şikayetten kızarıyor bir
yandan da acemice kullanmaya çalıştığım kürekten her yerime akan soğuk sularla
irkiliyordum. Bir de bu sıcak soğuk
geçişleri yetmiyormuş gibi gözlerini ayırmadan bizi izleyen teknedeki kıvırcık
“takayım mı abla? “ diyerek çengeli göstermiyor mu? İşkence midir bu bana? T de bana
usulca bakıp “taksın mı canım, hızlı gideriz” demez mi? Aklı sıra o değil ben pes edeceğim, herkese
ben yoruldum diye çengeli taktırdık havası verecek, yemezler. Kendime bir
kanoyu Üçağız’dan Kekova’ya süremedi dedirtmem. Kollarımdaki tüm kaslar iflas
etse, dönüşte 1 hafta hasta yatma ihtimalim olsa da, asla. “Hayır” diyorum sert
bir sesle.. “ne oldu yoruldun mu? o hamile kız nasıl kullanıyorsa, ben de
gideceğim” Tersane koyuna yaklaştıkça ben de gaza geliyorum. Gözlerimden hırs
ateşleri çıkıyor sanki. Artık aynı anda kano kullanıp olduğumuz yerde
debelenmektense, farklı bir yol izlemeye karar verdik. Bir ben, bir T
kullanıyor kanoyu. Kıvırcığa attığım son o kızgın bakıştan sonra, o da bizden
uzak durmaya başladı. Artçı arkadaşta bizdeki son ışığı gördü, gazı veriyor
“hadi yapabilirsiniz, hadi biraz daha gayret” diye… ve yemyeşil tertemiz
koyuyla bize dakikalardır göz kırpan Kekova adasına varıyoruz. Sırılsıklamız…
tekne ile gelmiş olsak denize gireriz ama şimdi gerek var mı? Yine de atıyoruz
kendimizi yeşil sulara, tabii ben tüm Halleyleri mideye indirdikten sonra. O çok sevmediğim ama atıştırmalık olsun diye
organizatörlerce ortaya konulan içinde 15-20 tane Halley bulunan kutunun
yarısını mideye indiriyorum.. Hayatımda belki de ikl kez, saatlerdir aç
kaldığım için değil fazla efor harcayıp stres ve hırs katsayım tavan yaptığı
için kurt gibi açım. Bu Halleyler beni Simena’ya kadar tutar mı ulennn? Bu arada arkeolojik miras olduğu için sit
alanı olan üzerinde hiçbir tesisin olmadığı etrafında da dalış yapılmasının
yasak olduğu adayı söyle bir geziyoruz Zıpzıp ile. Deprem sonucu yıkılıp
terkedilen ve büyük bir kısmı deniz altında kalmış adada ne kadar çok kalıntının
olduğuna şaşırıyoruz. Koyun girişindeki,
birkaç sene önce dimdik duran kilise kalıntılarının yeterince korunmadığı için
yıkıldığını öğrenince biz de yıkılıyoruz.
Yolculuk yine başlıyor, bu sefer Kekova adasının batık
şehrinin üzerinden devam etmeye başlıyoruz. Bu sefer rotamız daha kısa. Üçgenin
en uzun kenarını Kekova Üçağız arası atlattık. Ama ne T’nin ne de benim
kollarımda güç kalmamış, bu yolun sonunda Simena’da bizi yemek bekliyor olsa
da… yok yok ama benim hırsım, inancım yüksek. Nasıl o cılız kız ve cılız
partneri (kendilerinin daha sonra profesyonel kayak takımında olduklarını
öğrendik), ya da nasıl o hamile kız karnı burnunda soğuk suya sıcak havaya
aldırmadan üstelik gördüğüm kadarıyla benim kadar da Halleyi mideye indirmeden
bu yolda devam ediyorsa, ben de edeceğim. Ve yanımda T de olacak. Bu arada
Özgün ve Zıpzıpın da uyumu ve hep önlerde gitmeleri beni kızdırmıyor, hırslandırmıyor
değil. Arkadaş ne ara yaptınız o kasları
heyt? Neyse çıktık yine yola. Artçı arkadaş bizden sıkılmış olmalı ki, başka
bir arkadaşına devrediyor bu ulvi ve sabır gerektiren görevi. Yine en
arkadayız. Ne kadar önden de başlasak olmuyor arkadaş en arkadayız. Üstelik ben
o yediğim Halleylere rağmen vefasızca yemek yemek diye mızmızlanıyorum. T de
konuşacak derman bile yok. Artçı arkadaş ise bizimle ilgili beklentileri yüksek
tutmuş olmalı ki performans düşüklüğü karşısında şaşırıyor, yine de o samimi
gülüşünü suratından eksik etmemeye çalışıyor. Herkes Kekova adasının üstünden
geçilecek her yerinden geçerken tahmin edersiniz ki biz su altı roma hamamı, ev
bahçesi gibi ayrıntılarla değil yemekte tavuk mu balık mı var ayrıntısı ile
ilgilendiğimiz için yolun hemen ortasından ani bir dönüşle Simena’ya doğru yol
almaya başlıyoruz, yine de herkesin gerisindeyiz. Kıvırcık sanırım benim
bakışlarımdan korkmuş ya da çok acıkmış ki önden gidiyor, bu sefer popülaritem
azaldı. Ne oldu ellerini başının altına kavuşturup beni izliyordun film izler
gibi, ne oldu?
T zar zor, ben ise hırsla mücadele ettikten sonra tahmin
edersiniz ki diğer çiftler yemeklerini mideye çoktan indirmeye başladığında Simena’ya
anca vardık. Neyse ki yemek doyurucuydu,
yoksa beni nasıl avutacaklardı. Uzun bir dinlenmeye Simena kıyısındaki lahitin
hemen yanındaki koydan denize girerek ara verdik. Doya doya da yemeğimizi
yedik. Hoş bütün gün suyun içindeydik ne gerek vardı yüzmeye derseniz,
kollarımız o kadar çalışmış, bacaklarımız da çalışmasın mı?
Bir baktım T eşyalarımızın bulunduğu teknenin etrafında akşam
yemeği arayan kedi gibi dolanıyor. Amacı son etabı teknede geçirmek… T’nin bu
uyanık hareketini kınıyor ve kendisini kanoya oturtuyorum. Bu sefer and içtim, en
son bitirmeyeceğiz, tabii ki tercihimiz birinci bitirmek ama önemli olan
elimizden geleni yapmak. Son etap başladı, gün içinde ilk kez karşılaştığımız
sık kayalıkların arasındaki keskin geçişler, yemeğin bünyemizde yarattığı
enerjiye karşı koyamıyor. Sanki olimpiyatlarda yarışıyormuşçasına azimle
çektiğim kürekler tüm katılımcıların dikkatini çekiyor. Belki de bu son anda
yanlarında gördükleri çift kim diye merak ediyorlardı, daha önce pek
görmedikleri için bizi. T de az biraz gaza geldi ve mücadelemizi birinci
bitirmesek de önlerde en azından sonuncu bitirmeyerek gün sonunda rahat bir
uyku çekebileceğim huzurlu bir ruha kavuştum. Ah ah o cılız kız sonradan gelip bana dalga
geçer gibi “Tebrik ederim, ne kadar da hızlıydınız demez mi?” Hadi canım, hadi
canım…Türk kara sularının en hızlı kanocusuyum artık bundan sonra, korksunlar
benden….
Ertesi gün Kaş merkezdeki, buz gibi Küçükçakıl koyuna oradaki genç arkadaşlarımla atlarken Türk sularının en iyi bayan çivileme atlayıcısı olduğumu da kanıtladığıma eminim. Meis adasının puslu görüntüsü ve buz gibi sulara çılgın atlayışlarımızla başbaşa bırakıyorum sizi...
Ertesi gün Kaş merkezdeki, buz gibi Küçükçakıl koyuna oradaki genç arkadaşlarımla atlarken Türk sularının en iyi bayan çivileme atlayıcısı olduğumu da kanıtladığıma eminim. Meis adasının puslu görüntüsü ve buz gibi sulara çılgın atlayışlarımızla başbaşa bırakıyorum sizi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder