28 Ağustos 2013 Çarşamba

En Sıcak, Kuru, Romantik, mavi-beyaz ada :Santorini


Feribotta üzerimizi saran şal, peştamal gibi bilumum acil durum ısıtıcılarından kurtulma zamanımız gelmişti artık. Yumuşak bir sesten Santorini’ye vardığımıza dair uyarılar alıyorduk. Hoş o kadar dümdüz ve sessiz ilerliyordu ki feribot, uyarılar olmadan asla vardığımızı anlayamazdık. Aşağı kata arabaların bulunduğu yerdeki kocaman kapağın açılmasını bekledik biz de diğer yolcular gibi. İçerinin soğuğuna inat dışarıdan yüzümüze sıcacık bir hava esmeye başladı. Akşamlarının serin geçtiğini duyduğum ada yoksa beklediğimden sıcak mıydı? En son 1953 yılında patlayan ve hala aktif yanardağı bulunana adaya yaklaşırken feribotun camından gördüğüm tek tük ışıklar bana aday dair gizemli bir hava hissettirmişti. Eskiden batıp kaybolan Atlantis adası olduğu sanılan ve buluntularda Türkiye’de Sinop’ta bile bu adanın patlaması ile oluşmuş krater gölleri olduğunu duyduğum ada hem her zaman patlamaya hazır olması ile bir kadının adet dönemi öncesi sahip olduğu güzelliği yerle bir edecek adet öncesi sendromlarını hatırlatıyordu.  Her an patlamaya hazır bir güzellik…Bir güzelliğin böylesine insanı gergin etmesi başka türlü nasıl anlatılabilir ki?  


Feribottan inen kalabalığa kaptırdık kendimizi, ellerinde dövizlerle bekleyen insanların yanına gittik. İşte beklediğimiz görüntü,  kalacağımız otel Villa Murano’nun dövizini tutan otel sahibi. Bu oteli hem ücretsiz 24 saat liman transferi olduğu için hem de uygun bir fiyat verdiği için rezervasyon yapmıştık. Yaklaşık 45 avro, kahvaltı hariç, 2013 Temmuz fiyatı. Santorini belki de lüks oteller cenneti olmasına rağmen bizim beklentimiz sadece 1 tam gün geçireceğimiz adada sabaha kadar konaklayabileceğimiz bir yerdi.  Hemen bizi arabasına götürdü otel sahibi ve karanlık ve virajlı yollardan dolana dolana limandan dağlık tepeye tırmandık. Otelin karşısında başka bir adanın ışıkları gözüküyordu. C şeklindeki adanın karşısındaki volkanik bölge miydi gözüken bir türlü anlayamadım. Yorgunduk hemen cup yatağa. Ada aşırı sıcak olduğu için feribot  korumalarımızdan hemen kurtulmalıydık.
 

 








Sabah gözümüze ilk ışıklar geldiğinde dışarıyı kolaçan etmek için bir çıktım. Kaldığımız otel çok başarılı değildi ama Fira şehir merkezine oldukça yakındı. Yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesi. . Odadan dışarı çıkınca aşırı sıcağa eşlik eden güneş gözümü aldı. Tepeden aşağıya bakınca gördüğüm manzara hiç de fotoğraflarda gördüğüm muhteşem Santorini manzarası değildi. O zaman anladık ki biz aslında adanın arka tarafındayız. Yani volkanik dağa bakmıyoruz. Kahvaltı almadığımız için erkenden kalkıp karnımızı doyurup sonra da araba kiralayıp gezmeye başlayacaktık. İlk hedef Fira, sonra Oia ve Imerovigli. Heyecanlı ve muhteşem manzaralı bir gün beklemekteydi . Otel sahibi bize ne yapacağımızı sordu. Özellikle de bot turuna çıkıp çıkmayacağımızı. Santorini de plajlar çok başarılı olmadığı için Volkanik adaya bol bol tekne turu düzenleniyormuş. Böylece insanlar sıcacık termal denize girme keyfi yaşıyorlarmış. İkimizde de kırgınlık olduğu için plaj planlarını gün içindeki durumumuza bırakıp öncelikle adayı gezmeye karar vermiştik. Bu arada adanın tadını çıkarmak için 3-4 güne ihtiyaç olduğunu düşünenlere karşıyım. Biz bir günde görülmesi gereken yerleri doya doya gezdik hatta zamanımız bile kaldı. Denize bile girebilirmişiz canımız istese. Özel bir heves yoksa 1 günde rahatlıkla gezip görülebilecek ada. Yine de tercihe göre değişebilir. Otel sahibi akşam 11 de gelirsek bizi limana geri bırakabileceğini de söyledi. Çok cazip bir teklifti aslında bu, araba kiralayıp arabayı limanda bırakma hayallerimiz olmasa. Yine de düşünüp bana haber verin, olmadı telefon edin dedi Yunanlı kardeş. Santorini’deki Yunanlıların biz Türkler ile dertleri yokmuş neyse ki, zaten neredeyse hiç Türk yerleşimi yok adada. Otelin çok beğenmediğimiz manzarasını terk edip otel sahibinin söylediği patikadan Fira’ya doğru yol almaya başladık. İlk izlenim volkanik  bir ada olmasından dolayı adanın çok kuru olması, neredeyse boyu geçen hiç ağaca ve yeşilliğe sahip olmaması idi. Sanırım toprak çok verimli değil bu yüzden her yer kupkuru gözüküyor, neredeyse çöl kıvamında. Santorini belli ki topraktan alamadığı verimi turizmden alıyor. Ama adalar arasında en farklısı olduğu kesin. İlk mavi kubbeli kilise de gözümüze iliştik. Bana iyice heyecan bastı, muhteşem manzaralara bakıp harika fotolar çekmek istiyordum.









Ve Fira’nın güzel yapılaşmasının olduğu adanın öbür tarafına geçiş yaptık. T ben açıktım diyor, ben ise ışık iyiyken fotoğraf çekmek için cebelleşiyorum. Karnımızı bir sandiviççi de doyurduktan sonra hemen başladık Fira’nın sokaklarında dolaşmaya. Bir yandan aşağıdan Cruise gemileri ile gelen insanlar teleferikle Fira’ya çıkıyor, bir yandan da daha cesur insanlar aşağıdan eşek üstünde çıkıyorlardı. Eşekler için istasyon bile var, ama saman istasyonu ayrıca var mı bilmiyorum. Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya iki yönlü hem eşek hem teleferik trafiği hızla akıyor.  Fira çok sevimli bir yer. Henüz sıcak bastırmadı, rahat geziyoruz ama yine de terledik. Günün ilerleyen saatlerinde de keşfettim ki, Santorini bir doğa harikası değil, aksine çok dezavantajı olan bir yer.  Ama dezavantajı güzel bir yapılaşma ile avantaja çevirmiş Yunanlılar.  Belediye politikası mı bilmem, bir çok Ege kasabasında da olduğu gibi herkes kireç beyazı çivit ve mavisi kullanmış mekanlarında. Kimse kendini farklılaştırmaya çalışmamış. Kimse kimsenin manzarasını kapamaya çalışmamış. Bu da adaya hoş bir hava vermiş. Kapadokya’da nasıl mağara oteller, evler varsa, burada da volkanik yapı mirası bol bol mağara otel var kireç beyazı. Zaten bu kadar sıcak bir adada kireç beyazından başka bir renk kullanmak uygun olmazdı, ama mavilerde mi bu kadar uyumlu olur. Mağara oteller ise genelde Oia tarafında bulunmakta. Adanın iç kısımlarında ise normal binalar var ama yine de özenli olunmuş renk ve yapı seçimlerinde.







Mavileri, beyazları, bazen sarıları…Kiliseleri, çanlari ve otellerinin havuzlarında yüzen insanları fotoğrafladım Fira’da. Ama hava oldukça sıcak olmaya başlamıştı. Yeterince Fira sokaklarını arşınladığımızı düşününce araba kiralamaya karar verdik.







Verdik de saat 12 olmasına rağmen uygun araç bulamıyoruz. Tüm küçük arabalar(Smart) kiralanmış. Fiyatlar çok yükseğe geliyor. Hem de akşam limanda bırakmak istersek ya kabul etmiyorlar ki akşam 9 da getirin diyorlar  ya da 20-30 avro ekstra para istiyorlar. Zaten günlük araç kiralama en az 45-50 avro. Atv’ye bakıyoruz. Aşırı sıcaklarda hiç mantıklı gelmiyor üstelik onu limana hiç bırakmamıza izin vermiyorlar. Acaba denize de girmeyeceksek otobüsle mi gezsek felan derken, karşımıza uluslararası alanda hiç tanımadığımız yerel bir araba kiralama şirketi çıkıyor. Akşam limana da bırakacak şekilde günlük 50 avroya anlaşıyoruz araç için aracı. Zaten gün içinde çok da gezmeyip sadece aracı Oia Fira arası kullandığımız için 10 avroluk benzin de yetiyor. Bu arada şirketin adı Spyridakos Rent a Car, Thira. Mutlaka fiyat sorunuz.












Neyse çıktık yola vardık Oia köyüne. Bu köy Santori’nin en pahalı köyü. Adanın tam köşesinde. Köyün her tarafında sanat galerileri mevcut. Bu galeriler de genelde adanın güzelliklerini içeren değişik fotoğrafları barındırıyor. Oia köyünün diğer özelliği ise gün batımlarının meşhur olması. Herkes gün batımında buraya geliyor ve denize batan güneşi akışlarla şaraplarla kutluyor. Gittiğimizde aşırı bir sıcak vardı. Serinleyecek gölge bulamamanın çaresizliği içerisinde kendimizi ilk olarak bir kiliseye attık. Ben böyle süslü kilise görmedim dedirtecek derecede süslü şaşalı kilise gözümüzü çok alınca dışarı çıktık. Bize önerilen tek plaj Red Beach de adanın teee öbür ucunda kalıyordu. Biz de gitmek istemedik. İyi ki de gitmemişiz. Kayalıkların arasından inilen her tarafı açık kırmızı kumlu plajı görmesek bir şey kaçırmayacağımız kesindi ülkemizin muhteşem koylarını düşünürsek. Hava o kadar sıcaktı ki, ne fotoğraf çekilebiliyor ne de adım atılabiliyordu. Kendimizi önce güzel manzaralı Melevio cafe de dinlendirdik. Ben yine hastasıyım Mythos’a yanlış hatırlamıyorsam Foccacia ile eşlik ettim. Ama İtalyadaki emekvari Foccaiadan çok farklı olarak karşıma bol zeytinli, soğanlı, lor peynirli ve sumaklı küçük pizza dilimi geldi. Kesinlikle çok iyi idi ve Mythos ile rakı balık ilişkisine benzer bir ilişki içindeydi bu pizza dilimi. Ama çok küçüktü ve oldukça pahalı idi. Biraz da başka yerde konaklarız dedik. Mezzo cafe’ye geldik bilmeden. Bu cafe köyün tam ortasında merkezi bir yerde. Önünde o kadar çok fotoğraf çektiriliyor ki, bu olay bile izlenerek saatler geçirilir. Ama bir yere kadar oturulur, soğuk kahve, soğuk su, meyve suyu iç iç bayıldık. Saat 6 oldu da kendimizi dışarı attık. Hala çok sıcak ve gölgesizdi her yer. Zaten tek tük olan ağaçlar da rüzgarın şiddetinden tek yöne eğilmişlerdi. Buraları dolaşalım sonra Imerovigli’de gün batımını izleri diye düşünüyorduk. Çünkü saçma bir gün batımı ritüeli izlemek istemiyorduk. Zaten saat de ilerledikçe sokaklarda yürümek hem zorlaştı hem zevksizleşti. Çünkü eline içkisi alan herkes günbatımı izlemeye geliyordu. Bu aşırılığa dayanamayıp güneş yavaştan aşağıya indiğinde arabaya atladık. Imerovigli  ise bomboştu. Neredeyse Oia kadar güzel ama çok sakin bir yerdi. Günbatımı da gayet hoş gözüküyordu, ne kadar farklı olabilir ki zaten.








Güneşi de batırırken (hava inanılmaz derecede soğumaya başlamıştı, tamamen çöl havası) Fira’ya geri döndük. Güzel bir yemek yiyelim dedik. Fira’da merkezde hoş bir manzaraya sahip gayet elit gözüken Assyrtico şarap evine girdik. İstediğimiz bir akdeniz makarnaydı ama gelmesi gayet uzun sürdü. Neyse ki ödül aldıkları domatesli mücveri yemişiz önden. Adını hatırlamıyorum yemeğin ama tadı aklımda. Denenebilir. Pembe şarap Atlantis muhteşem olmasa da fena değildi.
Artık limana gidip adayla vedalaşma zamanı. Ertesi sabah Kos’tan Bodruma giden yunan teknelerine bineceğiz sabahtan çünkü akşama kadar bekleyip Kos’ta zaman geçirmek istemiyoruz. Yine bir feribot macerası bizi bekliyor. Şallar, peştamallar çantadan dışarı.
Bu arada çektiğim fotoğrafları da aralara yerleştirdim. Umarım beğenilmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder